Pazartesi

366 24 11
                                    

Dream sırtını mor obsidyen duvara vermiş, bağdaş kurarak oturuyordu.

Bir zamanlar hırsla parlayan gözlerinde yaşam belirtisi kalmamıştı. Hayat enerjisini tamamen sömürmüşlerdi.

Boş ve donuk gözlerini bileklerine çevirdi.

Zincirler.

Fiziksel olanlar can yakıyordu, ama gözle görülmeyenler on kat daha fazla hasar vericiydi.

Dream'in özgürlüğüne zincir vurulmuştu.

Dream'in otoritesine ve gururuna zincir vurulmuştu.

Dream'in fikirlerine zincir vurulmuştu.

Bir tanrı, hayatta nasıl kaybedebilirdi?

Bir tanrı, zayıf ve aptal bir çocuğa karşı nasıl başarısız olabilirdi?

Ve bir tanrı, hapishanede çürümeyi nasıl kendine yedirebilirdi?


Bunları düşünürken yumruklarını o kadar sıkmıştı ki tırnakları avuçlarını kanatmaya başladı. Yüzüne bir gülümseme yayılarak sol avcunu dudaklarına yaklaştırıp içini ısırdı, kanama oranının arttığını görünce kırmızı sıvıyı yalayarak kıkırdadı.

Kanın tadını seviyordu. Kanın kokusunu ve rengini seviyordu.

Kolunu uzatıp uzakta duran porselen maske parçasına erişmeye çalıştı.
Yarısı artık olmayan maskenin üzerindeki gülen yüz, kan lekelerinden zor seçiliyordu.

Dream yerinden kıpırdayacak enerjiyi kendinde bulamadı. Maskeye erişmek için çaba göstermeyi bırakıp sinirle içini çekti.

Ne kadar zamandır buradaydı?
Üç ay, beş ay, bir yıl?

Akıl sağlığının kalan son damlaları da zaman kavramı gibi yok olmak üzereydi.

Yalnızlığın kendisini bu kadar etkileyeceğini tahmin etmemişti. Eski Dream'e duvarlarla dertleşeceğini söyleseniz asla inanmazdı.

Hiçbir şeye 'asla' dememek lazım değil mi? Çünkü tam da bu noktadayız.

Dream'in kafasında oluşturduğu hayali 'dostları' var.
Onu dinleyen - itaat eden - gücünün farkında olan - ona tapan - ve ona saygı duyan - önünde eğilen - dostlar.

Dream server'ın tek gerçek sahibi, herkesin imrenerek ve korkarak baktığı biri.

Sarışının bu hayalleri kurmak için o kadar zamanı vardı ki, sonunda bunların birer hayal olmadığına inandı. Gerçeklik algısı yoktu. Acınacak haldeydi, bunu kendisi de biliyordu.

Mahkum, boş bakan gözlerini içeri girmekte olan Sam'e çevirdi.

Adam; Dream'i şöyle bir süzdü, sonra önüne bir parça ekmek attı.

Dream'in gözleri büyüdü. En son bir şeyler yemesinin üzerinden günler geçmişti. Dizlerinin üzerine çıkıp bir köpek gibi ekmek parçasına ilerledi.

Sam ise, mahkumu tiksinti ve alay karışımı bir ifade ile izliyordu.

"Kimse gelmiyor artık."

Dream başını kaldırıp Sam'in yüzüne baktı.

"Ne Quackity, ne Fundy, ne de George."

Dream'in ifadesiz yüzü, George'un adını duyunca kırıştı.

"Ah Dream, Dream... Artık bir hiçsin, hiç olarak öleceksin. Yapayalnız. Olabilecek en kötü yolla."

Bu sözler, Sam'in günlük psikolojik işkencesinin bir parçasıydı. Dream'in kendisini değersiz bir çöp gibi görmesini sağlamak, muhtemelen fiziksel işkenceden daha kötüydü.

"Ben zaten öldüm." dedi Dream, yavaşça.

Sam, sarışının zümrüt yeşili gözlerine baktı.

"İyi uykular, Dreamie. Tabii böyle bir şey mümkünse."

prisoner on the edge | dreamwastakenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin