Bölüm 16 -Rutubetli Zihinler-

20 4 2
                                    

"Beni öldürüyordu ama
hâlâ gözlerime bakıp sevdiğini söylüyordu."

Başımın ağrısıyla geçirdiğim uzun yolun ardından, araba evim olmayan binanın önünde yavaşladı. Fısıltıyla "Burası benim evim değil." dedim. Arabadan inip ruhsuz adımlarla binaya ilerledim. Başımı kaldırıp binanın en üst katına baktım. Ağır bir hisle doluydum, bedenimi çok yüksekten boşluğa bırakmak yıllarca uyumak istiyordum. Omzumda hissettiğim elle kaşlarımı çatıp kendimi geriye çektim. O ise umursamadan "Konuşacaklarımız var." dedi. Hızlı adımlarına eşlik etmem gerektiğinde bunu sadece Savaş için yaptığımı hatırlayıp adımlarımı daha da yavaş attım. Bu kez girdiğimiz bina fazlasıyla temizdi, aşina olduğum rutubet kokusu karşılamadı. Karanlık merdivenlerde ilerleyip evin önünde durduk, buraya yabancılık çekiyordum. Ne kadar tuhaftı bir gün bilmeden evimden son kez çıkmışım. İçeri geçmemi beklerken telefonuna gelen mesajı okumakla meşguldü. Ait olmadığım eve girip kapıyı kapattım. Yabancı evin, yabancı odalarında adımlarımın izinin kalmasına izin verdim. Bakışlarım tavana kaydığında rutubetlerle ve küf izleriyle karşılaşmayı bekledim fakat hiçbiri yoktu. Madem hiçbir rutubet yok o halde her nefes alışımda hissettiğim rutubet kokusu neden? Hasan'ın bağırışıyla hızla geriye kaçıp sesin geldiği yöne doğru döndüm. Sinirli bakışları bana döndüğünde bağırarak "Sen ne yaptın lan!" diye gürledi. Konuştuğu telefonu sinirle kapattığında neye bu kadar kızdığını anlamamıştım. Hızlı adımlarla bana yaklaştığında tepki vermedim. İri eli çenemi hızla kavradığında sırtımı duvara çarpıp çenemi daha fazla sıktı "Sana bir soru sorduysam cevap vereceksin!" dedi. Tepki vermedim, hislerimi kaybediyordum sanki. Daha fazla sinirlendiğinde gözüm boynunda atan damara kaydı. Aklıma düşen tek görüntü vardı. Asla hatırlamak istemediğim aynı zamanda da asla aklımdan çıkaramadığım. Gülerek "Ne yapmışım." dedim. Çenesini sıkarak dalga geçer gibi baktı. Histerik bir kahkaha atarak "Sana sordum cevap versene!" diyerek bağırdım. Çenemi sıkan elini çektiğinde hâlâ gülümseyen dudaklarıma süzülen gözyaşlarımı hissettim.


Duygularım karman çorman olsada hâlâ içimdeydi. Salona ilerleyip koltuğa oturdu. Bacaklarını sinirle sallarken dirseklerini bacaklarına sabitlemişti. Saçlarını geriye atıp sehpanın üzerindeki gözlüğüne uzanıp yanındaki kutudan gözlük bezini aldı. Karşısındaki koltuğa oturup ne anlatacağını beklemeye başladım. Elindeki gözlüğün camını bir süre daha silmeye devam ettiğinde düşüncelerimin zihnimi ele geçirmemesi için halının desenlerini izlemeye başladım. En sonunda sahte bir öksürükle boğazını temizliyor gibi yapıp bakışlarımı ona çevirmemi sağladı. Elindeki gözlüğü takıp bezi kutusuna bıraktı.

Kalbimde acı bir sızı vardı. Emindim şu an duyacaklarımdan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ya da ben içimdeki hisleri fazla abartıyordum.

Darağacı kurulduğu an kurbanın ben olduğumu anlamıştım ama kaçmak için çok geçti, ölmek içinse fazla erken.

Kalbim soğuyor,
ne olur anla beni...

Acı bir hava tüm evi kapladı. Dudaklarını araladığında dilinin ucunda bekleyen sivri bıçaklarını tek cümleyle kalbime sapladı. "Savaş gidiyor pes etmiş seninle savaşmayacakmış istediğini aldığını söyledi." söyledikleri beynimin içinde şimşek etkisi yaratırken konuşmaya devam etti. Kendimi ve yaşanan her şeyi sorgulayacağım o soruyu sordu "Savaş senden ne aldı?" dedi. Sahi Savaş Keskin benden ne aldın? Dudaklarım titrerken gözlerine baktım "Bilmiyorum." dedim. Kaşlarını çattığında başımı önüme eğip parmaklarımla oynamaya başladım. Titreyen sesimle "Nereye gidiyor?" dedim. Saçlarını karıştırıp "Bilmiyorum ama uzak olduğu kesin yurt dışında diye biliyoruz." dedi. Ne yapacağımı bilmeden etrafa bakındım. Odanın içindeki havanın basık bir havaya büründüğünü hissettiğimde hızla ayağa kalkıp kapıya ilerledim. Merdivenleri koşarak inip etrafıma bakındım. Telefonumu çıkarıp ezbere bildiğim numarasını tuşladım. Parmağım arama tutunun üzerinde asılı kaldığında başımı kaldırdım. Gökyüzüne mırıldandım " Ne yapıyorum ben? Nasıl bu hale geldim." dedim. Yolun karşısına geçip parka ilerledim. Havalar gittikçe soğuyordu artık Ankara gerçek yüzünü göstermek istiyor gibiydi.

Kibrit Ateşi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin