yirmi ikinci bölüm

2.3K 253 589
                                    

Göz kapaklarım aralandı. Saat sabahın altısıydı, hava yeni aydınlanıyordu.

Yatağın içinde rahatsızca hareket edince kıyafetlerimle uyuduğumu fark ettim. Dün gece olanlar teker teker berraklığa kavuşuyordu kafamın içinde.

Baba. Oradaydı. 

Düşüyordum, beni kaldırıp üzerimdeki tozu silmiyordu. Ödevlerimi bitirip çalışma kapısına dayanıyordum, önemli işleri olduğunu söyleyip beni başından defediyordu. Yaz kampına gidiyorduk, sahilde Yuna'yı omzuna alıyordu ama benim elimi bile tutmuyordu. 

Kaçırılıyordum iş ortaklarıyla yemeğe çıkıyordu. O zaman kalp krizi geçirip yoğun bakıma kaldırıldığındaki şey niyeydi? Gerçekten toplantıya gitmemi mi istemişti yoksa kaçırılmam içşn mi beni oraya göndermişti? Yuna, eğer babam ölürse annemi mirastan men ettiğini söylemişti ama annemin öfkeli olduğu tek konu bu olamazdı. Oğlu olmadığını bildiği birini bunca sene yanında tutup şirketinin başına geçirmek için mi istemediği bir bölüme okutmaya zorlamıştı? 

Hayır. İpler bağlanmıyordu, kopukluk vardı.

Karşımdaki koltukta, bacaklarını ileriye uzatmış, kollarını göğsünde bağlamış ve kafasını geriye atmış bir halde uyuyan Hwang Hyunjin, o boşlukları tamamlayacak kişiydi. Peki o kimdi?

Benim bile bilmediğim aile sırlarımızdan haberdar olan bu çocuk kimdi?

Üzerimdeki yorganı atıp ayağa kalktım ve dolaptan eşyalarımı alıp banyoya geçtim. Yang Junyeon acımasız bir adamdı. Bunca zaman anneme psikolojik şiddet uygulamış, babalık edemediği çocuklarının hayatlarını mahvetmiş ve kendi çıkarları için kullanmıştı.

Hızlıca duş alıp seçtiğim kıyafetleri üzerime geçirdim. Bugün gri bir eşofmanla beyaz bir tişört giyip üzerine ceketimi alacaktım ve kimse bana karışamayacaktı. Bugün nefret ettiğim o şeykeri yüzüme sürmeyecektim ve kimse bana karışamayacaktı. 

Daha fazlası vardı. Biliyordum. Göldeki evden buraya gelen o halının yanında getirdiği anılar, kafamın içinde küçücük bir yere sıkışmıştı ve ben hatırlayamıyordum. Bir şeyler olmuştu ve bana söylemiyorlardı. 

Saçlarımı kurutup kulaklarımın arkasına attıktan sonra ayakkabılarımın bağcıklarını bağladım ve çantamın içine bilgisayarımla gerekli birkaç şeyi daha koydum. Hyunjin koltukta gerinerek doğruldu, uyanıyordu.

"Jeongin?" Ayağa kalktı, pencerenin çekilmiş perdelerini biraz daha sıyırıp bir bakış attıktan sonra bana döndü.

"Biliyordun," diye mırıldandım suratına bile bakmadan, telefonumu almak için yanından geçerken. Geri çekileceğim sırada gözlerimiz buluştu.

"Biliyordun," Tekrar ettim bu sefer gözlerine bakara. Bu bir soru değildi.

"Biliyordum."

Elimdeki çantamı yatağın üzerine bıraktım ve karşısına dikildim. "Nereden biliyordun? Neden biliyordun? Nasıl biliyordun?"

Gözlerini benden kaçırıp odada gezdirirken derin bir nefes aldı. "Biliyordum sadece."

"Daha neler biliyorsun Hyunjin? Baban beni neden kaçırdı? Neden dün akşam öylece kuzeninle tanıştırdın beni? Babanın yönetim kurulunda olduğunu, babamla ortaklıkları olduğunu neden bunca zaman söylemedin? Siktir ya, resmen beni kimin kaçırdığını biliyordun ve beni orada bırakıp geri döndün! Babamın üvey olduğunu bile biliyordun ve bana söylemedin! Planlı mıydı tüm bunlar? Amacın neydi? Aklıma falan girmeye mi çalışıyordun?"

Sesim o kadar yüksekti ki her an içeri annem ya da çalışanlardan biri dalabilirdi. Sabahın köründe odamda birine bağırdığımı duysalar ortalık karışırdı. Hyunjin gözlerini kocaman açıp eliyle ağzımı kapayarak gözlerini kapının üzerinde gezdirdi.

bad blonde, hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin