1: Kaçak

1.1K 84 11
                                    

"Al bunları."

Annemin elime tutuşturduğu paralara anlam veremeyip yüzüne bakmayı sürdürdüm. Panik olmuş bir şekilde nereye para sakladıysa hepsini çıkarıp avucuma sıkıştırıyordu.

"Anne..."

Endişeli gözlerini sesimle beraber gözlerime dikti. "Sana ne yaptığını biliyorum. Gözünü seveyim al bu paraları."

Kaçmamı istiyordu. Baba bile diyemediğim o ayyaştan kaçmamı deli gibi istiyordu. Bu paraları saklama sebebi eve daha fazla alkol girmesini istememesiydi, ya da bu bana söylediği sebepti. Bir gün bunun başıma geleceğini biliyordu ve sırf kaçmam için eline geçen her kuruşu saklamıştı.

"Anne bunların sende kalması lazım. Sen ne yapacaksın? Seni düşünerek nereye gidebilirim."

Son parayı da aldığı çekmecenin içindeki gizli gözü tekrar kilitleyip çocukluğumdan beri bana söylediği şeyleri tekrar etti.

"Ben kendimi koruyabilirim. Sen daha çok küçüksün, reşit bile değilsin." Hayır koruyamazsın, koruyamadın... "Hem ben her şeyi ayarladım, Indiana sınırına seni dayın bırakacak, bu paralar sana oradan sonrası için lazım."

Peşini bırakmayacaktı ve benim de tek arzum bu evden siktir olup gitmekti. Bu yüzden daha fazla aksini diretemezdim. İkimiz de yeterince inattık zaten mevzunun uzamasına gerek yoktu.

"Anne bana bir söz vermeni istiyorum."

Ellerini tutarak gözlerinin içine baktım. Gözlerimiz kahverengiydi, kendi gözlerimi de çok seviyordum ancak annemin gözleri kahverenginin en güzel tonuydu.

"Bulduğun ilk fırsatta, eline geçen ilk parayla yanıma geleceksin. Sana ulaşacağım."

"Söz."

Sözümü de aldıktan sonra kollarımı belinin etrafına sararak ona sarıldım. Onu son görüşüm olmayacaktı, buna izin vermeyecektim.

"Dayın bu gece gelecek. Baban zaten gece üçe kadar gelmez, hadi eşyalarını topla."

Başımı onaylayarak salladım ve kollarımı belinden çektim. Bütün para alkole gittiği için güzel ya da büyük bir evimiz yoktu. Annemle benim eşyalarım aynı dolaptaydı ve salonda yatıyordum.

Annemin yatak odasına giderek dolabı açtım ve zaten az olan kıyafetlerin arasından seçmeye başladım. Ne kadar az eşya ile gidersem o kadar iyi olurdu benim için. Bu sayede yüküm fazla olmazdı.

Tek kolu kopmuş sırt çantamın içine birkaç parça iç çamaşırı, bir tişört ve bir de şort koydum. Üzerimde zaten pantolonum ve siyah bir tişörtüm daha vardı. Ayakkabı almak lüzumsuzdu ayağımdaki vanslarım yeter de artardı. Annemin eşarbını da yanıma alarak çantamın fermuarını çektim. Walkmanimi de çantama attım. Zaten sadece bir tane kasedim vardı o da karışık hazırlanmış bir müzik listesinden oluşuyordu.

Yolda para harcamak istemediğim için mutfakta bir kenarda duran bira şişelerinden birinin içine musluktan su doldurarak onu da çantama koydum ve çantamı kapının kenarına bıraktım.

Annem akşam yemeğinin bulaşıklarını yıkarken ben de cebime tıkıştırdığım paraları saydım. Kırk bir dolar... Elimizdeki tek varlığımız buydu işte. Kırk bir dolar yirmi sent. Dayım olmasaydı bu paranın neredeyse tamamı Indiana otobüsüne giderdi zaten.

Birkaç saat daha annemle sohbet ettikten sonra Indiana'da yaşaması en ucuz kasabanın Hawkins adında bir yer olduğunu ve oraya nasıl gideceğimi anlattı bana annem. Çok küçük bir kasaba olduğu için hem güvenli olması hem de ucuz olması ikimiz için de önemli şeylerdi.

Biraz daha sohbet ettikten sonra kapının çalmasıyla vedalaşma vaktinin geldiğini anladık ve ayaklandık. İkimizin de tahmin ettiği gibi dayım gelmişti ve arkasında da 79 model sarı fordu duruyordu.

Tek eşyam olan sırt çantamı koluma takarak anneme son kez sarıldım ve arabaya ilerledim. Dayım annemle birkaç dakika daha konuştuktan sonra arabaya bindi.

"Yanına ihtiyacın olan her şeyi aldın mı?"

Arabayı çalıştırırken konuşmaya başlamıştık bile.

"Evet, her şey var."
"Kimliğin?"
"Evet evet, her şey."

Bunu söyledikten sonra cevap vermedi ve bir süre daha sessizce yolumuza devam ettik. Indiana sınırına çok uzak değildik, birkaç saatlik bir yol olacaktı sadece. Dayımla yakın bir bağımız olmadığı için konuşçak bir şey de bulamıyordum. En son dayanamayıp çantamdan walkmanimi çıkararak kulaklığımı taktım. Kaseti başlattığımda rastgele çalmaya başlayan pop şarkısını dinlerken yolu izledim. Artık tek başımaydım. 

Birkaç saat, müzik dinleyerek hızlıca geçmişti. Sınırdaki otobüs terminalinin önüne geldiğimizde dayım arabayı durdurarak bedenini bana çevirdi.

"Yanına ihtiyacın olan her şeyi almamışsın." Cümlesine anlam vermeye çalışırken önümdeki torpidoya eğildi ve içerisinden küçük bir çakı çıkardı. "Bu dönemde kız çocuğu olarak tek başına dolaşman tehlikeli olabilir, yanında bulunsun."

Söylediği şeyi mantıklı bularak elindeki çakıyı aldım ve arabanın kapısını açtım. Tam inecekken beni durdurdu. "Vermeyi unuttum bekle." Neyi diye sorma gereksinimi duymadan arabadan inerek kapının önünde bekledim. Arka koltuktan ince bir dosya çıkarıp bana uzattı. "Annenin imzaladığı eğitim belgeleri bunlar, olur da okula falan kaydolursan diye."

Annem bunları bile düşünmüştü ancak okula kaydolacağımı düşünmüyordum. Tek amacım o Hawkins denen kasabayı bulup konaklayacak bir yer ve bir iş bulmaktı. Yine de belgeleri yanımda bulundurmak istedim, sonuçta her türlü şeye hazırlıklı olmak zorundaydım.

Dosyayı elinden alarak çantama sıkıştırdım. "Görüşürüz." Cevap verme gereksinimi duydum. "Teşekkür ederim." Nezaketen de olsa teşekkür etmem gerektiğini düşündüm. Sonuçta beni sınıra kadar getirmişti. Kapıyı benim yerime içeriden çekerek kapattı ve geri döndü. Artık cidden tek başımaydım.

Hava esiyordu ancak çok da soğuk değildi. Bu sayede üzerimdeki örgü hırka şimdilik bana yetiyordu ve uzunca bir süre de yetmek zorundaydı.

Terminaldeki bilet gişesine ilerledim. Otobüs bileti almalıydım ancak fiyatları hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Gişeye ulaştığımda sandalyede oturan orta yaşlı kadına bakarak konuşmaya başladım.

"Hawkins biletleri ne kadar?"
Sakızını çiğnemeyi bırakarak önündeki listeye göz gezdirdi. "Merkez mi yoksa kasaba girişi mi?"

Direkt ikisini birden söyleseydi ya ne diye uzatıyordu. "İkisi de."

"Merkez 45 dolar, giriş 40 dolar." Yuh. "Hawkins'e başka bir gidiş yolu var mı?" Kadın gözlerini devirerek sakızını çiğnemeye başladı tekrardan ve bıkkın bir şekilde konuştu. "Bakın hanımefendi bilet istiyorsanız alın yoksa sırayı bekletmeyin." Kırk dolarımı tek bir otobüs biletine harcama lüksüm kesinlikle yoktu. "Indianapolis biletleri ne kadar?"

"Merkez mi yo-"
"İkisi de!"

Gerçekten bu insanlara aptal davranmaları için para mı veriyorlardı anlayamıyordum. Altı üstü iki tane sayı söyleyecekti.

"Merkez otuz yedi dolar, sınır otuz üç dolar elli sent."

Ofladım. Başka çarem yoktu. Annemin dediğine göre ikisi de yakın yerlerdi.

"Bir tane Indianapolis sınır bileti istiyorum."

Kadın sonunda bileti keserek bana uzattığında gerçekten mutluluktan havalara uçacaktım. Bu kadar zor olmamalıydı bir bilet kesmek.

Biletin üzerinden otobüsün hangi perondan kalkacağına bakarak peronlara doğru ilerledim. On ikinci peronda kalkacaktı ve on dakikası kalmıştı. İyi denk gelmiştim.

Adımlarımı hızlandırarak otobüs kalkmadan on ikinci peronu buldum. Görevliler yolcuların valizlerini alıp yetleştirirken benim sadece bir sırt çantam olduğu için hiç kuyruğa girmeden direkt otobüse bindim. Bilete bakarak koltuğumu da bulduktan sonra yerime yerleştim ve walkmanimi tekrardan çalıştırdım. Madonna'nın sesi kulaklarımı doldururken çantama sıkıca sarılarak gözlerimi kapattım. Yarın uzun bir gün olacaktı, yolda uyusam iyi olurdu.

Kutsal; Eddie MunsonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin