1.4

512 70 42
                                    

Düzenlenmiş hâliyle on dördüncü bölüme hoş geldiniz.

İyi okumalar.

~~~~~~~~~~~~~~••••••••••••••••~~~~~~~~~~~

Apollon, Felix bakış açısı Cehenneme giriş barı: 02.54

Lucifer arkasını dönüp gitmişti ve biz sadece izlemekle yetinmiştik. Aramızda kendini geriye çeken, her şeyden uzak tutan oydu ve tam onunla aramız iyiye gidiyor derken tekrar bok etmiştik.

Elimdeki bardağı çevirip duruyordum ve bir taraftan da masayı izleyen Ares'i izliyordum.

Onun ve Jisung'un yatmış olması fazlaca sinir bozucuydu ve ben, Ares Jisung'a Peter yerine Jisung diye hitap etseydi olacakları tahmin edemiyordum. Neyse ki gerçek isimlerini öğrenecek kadar yakınlaşmamışlardı.

Ares kafasını kaldırdı ve bakışlarımız kesiştiği esnada bir anda uzanıp bardağımı alarak içkimi içti. "Çok kızdı değil mi?" Susmasına rağmen gözleri beni onaylar gibi bakıyordu ve ben az önce öfkeme yenilip Chris'e uyduğum için pişman hissediyordum.

Bir süre daha oturduk barda ve daha sonra Ares bir anda ayağa kalktı. Hepimiz ona bakarken yarım saatten fazla süredir sessizliğin hakim olduğu masada bir heyecan yaratmıştı. "Hadi, gidelim."

Ne dediğini anlamadığım için kaşlarımı çattım. "Nereye? Ne gitmesi?" Elindeki telefonu cebine koydu.

Hafifçe güldü ve elini uzattı. "Gidelim Tanrım, gidip Lucifer'i alalım hadi, uykum var huzurlu bir uyku için benimle olmalısınız." Sanki kalkıp onunla gitmem için söylemesi gereken tek şey buymuş gibi kafamı salladım ve hemen kalktım.

"Sen eve geç Changbin, ben bir süre ortalarda olmayacağım." Geldiğimizden ciddi ifadesi ve koruma gibi durması yüzünden dikkatimi çeken çocuk kafasını salladı. Ben de Chris'e dönüp çenemle yeri işaret ettim.

Anladığını bildiğim için sesli dillendirme ihtiyacı duymadım  ve Ares ile beraber bardan çıktık. Cebinden çıkarttığı araba kumandasının tuşuna bastı ve kapının önündeki arabalardan bir tanesinin ışıkları yanıp söndü.

Siyah arabaya ilerledik ve o şoför koltuğuna geçerken bende yanındaki koltuğa oturmak için ön tarafa dolandım. O sırada ellerimiz ayrılmıştı.

Arabaya bindiğim anda tekrar elimi tuttu ve arabayı çalıştırdı. Temas etmeyi dokunan kişi ben olduğumda severdim. Ama başkalarının bana dokunması rahatsız edici gelirdi her zaman.

Yani şu zamana kadar çünkü yanımdaki bu adam bana her zaman dokunsun diye Tanrıya dua edebilirdim.

Sanki yolu iyi biliyormuş gibi hızlıca sürdüğü arabayı ve yanından geçtikçe hızımız yüzünden sallanan ağaçları izliyordum. Barın arka sokağında ormanlık gibi bir alan vardı ve daha önce bu alandan geçip bir yere gitmemiştim."Nereye gidiyoruz?"

Gözlerini yoldan ayırmadan vitesi yükselti ve "Lucifer'e." Diye cevapladı. O kadarını ben de biliyordum. Sormak istediğim soru onun nerede olduğunu nasıl bildiğiydi. "Nasıl buldun onu?"

Bu sefer bakışları bana döndü ve pas geçtiği kırmızı ışık yüzünden az daha çarpışacağımız sarı renkli devasa tırı ustaca atlattı. "Beni hafife alma güzelim, istersem, bulurum."

Kafamı cama çevirip sohbeti bitirdim çünkü soracak başka bir şey kalmamıştı. Şey dışında, neden güzelim diyorsun? Ama elbette bunu ona sorma cesaretim yoktu ve yapmasam daha iyiydi.

Birkaç dakika sonra etraftaki çoğu mağaza kapalı olmasına rağmen açık olan birkaç dükkandan birinin içinde seçtiğim kırmızı saçlar sayesinde aradığımızı bulmuştuk. Gecenin üçünde bu mağaza neden açıktı onu hiç bilmiyordum.

Luxure EnferHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin