hayat çok değişik değil miydi mesela, belirli kuralları vardı ve bir de bir sürü bilgisi, aklım bomboş bilgilerle doluydu benim, devekuşlarının gözlerinin beyinlerinden daha büyük olması gibi.
ya da fillerin zıplayamadığı gerçeği, deniz yıldızlarının beyni olmaması, yunusların bir gözü açık uyuduğu hatta ve hatta ahtapotların çok acıkınca kendi bacaklarını yediği, yani ben bunları neden biliyordum?
sahiden çok değişikti, kimi tüm hayatını yararlı bilgiler içinde geçirirken ben mesela tüm gereksiz bilgilerin toplanmış haliydim. binaları sayardım, odaları, arabaları, çiçekleri, kitapları, kaldırım taşlarını, hiç fark etmezdi.
ben sadece sayardım.
benim hayatım obsesif kompulsif bozukluktan ibaretti.
sonra o geldi.
ansızın geldi hayatıma, o kadar beklemediğim bir anda girdi, ilk adını öğrendim sonra tüm hayatını ve ardından da hayatı, hayatım oldu.
benim hayatımı kendinden ibaret yaptı.
her ne kadar sene geçerse geçsin biz yine o evdeyiz, kucağımda bilgisayarım önümdeki projeyi halletmeye çalışırken aniden bastıran hapşırık ile hızla peçeteyi yüzüme tuttum.
ve bir nida, hapşııı!
Jisung haklıydı, o gün daha kalın kıyafetler giymeli ve öyle işe gitmeliydim ama onu dinlememiş sade bir kot ceket ile dışarı çıkmıştım ve yağmura yakalanmıştım. eve geldiğinde hasta halimi görecek, söylenecek, kızacak sonra da kıyamayıp benimle ilgilenecekti.
bunu düşündüğüm gibi güldüm, benim düşünceli sevgilim.
fakat peçetemi atıp üstüme hırka almam gerek.
bilgisayarı kenara bırakarak ayaklandım ve yatak odasına doğru ilerledim, artık daha büyük bir yatak ve daha büyük bir gardırop vardı eskilerini yerinde, alıştığım o görüntü ile beraber gardırobu açıp içinden yün bir hırka çıkarıp giydim.
dağınık yatak odasını topladım çıkmadan, köşede duran kar küresini alıp düşmesin diye ortalara koydum ve jisung'un dün gece parmaklarıma sürdüğü oje kutusunun tam sıkılmamış kapağını sıkarak geri içeri geçtim yeni peçetemle.
hafiften kalınlaşmış bir ses, silmekten kırmızı bir burun ve ben.
yerime oturup bilgisayarı kucağıma alarak yarım bıraktığım projeme devam ettim. üç gündür bunun üzerine çalışıyordum ve net bir üç gün daha çalışmam lazımdı, bu bir üniversite inşaatıydı bu yüzden kendi keyfime göre bir üniversite bana göre nasıl olmalı öyle tasarlıyordum.
ben otistik bir mimarım.
ve okulumdan dereceyle mezun oldum.
ama gittiğim her yerde kimse otistik olduğuma inanmıyor çünkü ben iyileştim, birilerinin dediklerini tekrarlamıyorum mesela, takıntılarımla hareket etmiyorum veya ben artık dış dünyanın normal kurallarına uyabiliyorum.
hayranlıkla bakıyorlar bana.
nasıl böyle geliştirdin kendini diye soruyorlar.
onlara hep verdiğim bir cevap var: bir melek geldi hayatıma, beni kendine aşık etti ve ben iyileştim onun sayesinde. o melek beni kurtardı.
tam da o an kapı açıldı, yutkundum.
şey, o melek beni birazdan haşlayacak.
"ben geldim aşkım!" diye seslendi, güldüm, ayağa kalktım, o da botlarını ve montunu çıkarıp kenara bakmış sonra da koşarak üstüme atlamıştı. anında ellerim beline sarıldı, güldüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sweet night, chansung ✓
FanfictionGarip takıntılarım var, attığım adımı saymadan duramam mesela, yamuk nesneleri düzeltirim hep, notalarla ilgilenirim çoğu zaman, pek insanlarla içli dışlı olmam ama severim insanları, hatta bir tanesi var, çok severim. Yıldızlar dolu bir gecede, mil...