biz duş aldıktan sonra hocalar izin vermişti, kantinde arkadaş grubumuz ile oturuyoruz, Minho ve Changbin'in esprileri ortamı şenlendiriyor, maç esnasında olan şeylerden bahsediyoruz, Hyunjin herkese kahve, bana meyve suyu aldı sonra, güldüm.
Jisung pek konuşmuyor, ara ara dahil oluyor benim gibi. Hyunjin sevgilisine sırnaşıyor, severken saçlarını dağıtıyor, komik. Minho'nun da eli sürekli Felix'in omuzunda parmakları çenesini okşuyor, Changbin ve Seungmin ise biraz garip, birbirlerine bakıyorlar sonra da bakışlarını kaçırıyorlar.
biz.
biz ise masanın altından el ele tutuşuyoruz.
elim jisung'un dizinin üstünde, jisung ara ara parmağımla elimin kenarını okşuyor, onu izliyorum, beni izliyor, kahvesini içiyor, sandalyesini yaklaştırıp başını omzuma bıraktı sonra da orada uyuyakaldı.
kucağımda duran hırkamı üstüne örttüm, bizimkiler de daha sessiz oldu o uyuyor diye. "jisung ile aynı odada kalacağız artık," dedi felix. "yurttaki oda arkadaşlarım hayvan çıkınca müdür beni oraya aldı."
güzel, en azından artık yalnız kalmayacak.
onun adına sevindim.
bakışlarım yüzüne gitti, dudakları hafifçe büzülmüştü, bacak bacak üstüne atmış, elimi sımsıkı tutuyordu. keşke bir kamera olsaydı da bu görüntümüzü çekseydi.
fotoğraf çekilmeyi sevmem ama eğer o varsa tüm anımızı kameraya kaydedebilirim.
ders saatinin yirmi üçüncü dakikasında Jisung başını omuzundan kaldırırken ilk önce bomboş kantine baktı sonra bana döndü, gözlerindeki duygu şaşkınlık, anladım. "derse mi girdik?"
başımı salladım. "hıhı."
"chan neden uyandırmadın ki beni ya!" telaşla ayağa kalkmış fakat tuttuğu elim onu durdurmuştu, gözleri elimize giderken "gitmemize gerek yok ki," deyip gülümsedim. "yani bence sorun yok."
güldü, gözlerini ovuşturdu. "şapşal chan," deyip yüzüme baktı. "neden ben uyuyorum diye dersten geri kalıyoruz, kaldırsaydın keşke."
sorun yok.
derse girsem bile yanımda sen varken pek dinleyeceğimi sanmıyorum.
bir şey demeden omuz silktiğimde pes ederek geri yerine oturdu ve esnedi. "kaç dakika var dersin bitmesine?"
"on üç dakika kaldı."
beraber oturduk kantinde, ara ara öğrenciler gelip gitti sonra ayaklandık ve katları çıkmaya başladık, gördüğümüz bir hoca yüzünden ellerimizi ayırırken biz üst kata geldiğimizde sınıfın kapısı açılmıştı.
Jisung üstüne benim hırkamı giydi, fermuarını da çekerken sınıfa girip yerimize geçtik. ben dışarıyı seyre daldım, o da resim çizdi, severdi resim çizmeyi, çok yetenekliydi, resim çiziyor, müzik aleti çalıyor, şarkı söylüyordu, jisung'un yapamayacağı bir şey yoktu ve ben her seferinde ona daha çok aşık oluyordum.
çıkışta o yurda gitti, bense adımlarımı saya saya eve. kafamı kaldırdım caddede, kar küresi orada yok, güldüm. çünkü kar küresi şu an evimde, sahi, unutmadan onu Jisung'a vermeliyim.
eve gelip ellerimi yıkadım, üzerimi değiştirdim, yemek yedim sonra annem aradı ve dedi ki avustralya’ya gel.
"ama anne... jisung..."
güldü hatta kahkaha attı. "bebeğim sadece bir hafta ve her yıl bu büyük aile buluşmasını yaptığımızı biliyorsun, dedenler, amcanlar, teyzenler, hepsi gelecek. lütfen, ben de seni çok özledim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sweet night, chansung ✓
FanfictionGarip takıntılarım var, attığım adımı saymadan duramam mesela, yamuk nesneleri düzeltirim hep, notalarla ilgilenirim çoğu zaman, pek insanlarla içli dışlı olmam ama severim insanları, hatta bir tanesi var, çok severim. Yıldızlar dolu bir gecede, mil...