1. Bölüm

160 22 159
                                    

Yeni kurgumun ilk bölümünü sizlere sunuyorum. Umarım beğenerek ve severek okursunuz. Sağlıcakla kalın.

Kendimden emin adımlarım yere sağlam basıyordu. Sarayın, taşların yontularak yapıldığı belli olan koridorunda yürüyordum. Belirli aralıklar yardımıyla konan meşalelerin ışığıyla aydınlanan koridorda sıralı adımlarımın sesleri yankılanıyordu. Omuzlarımın üzerinde ki canlı kırmızı renginde ki pelerin her havalandığında yaptığı yelden dolayı meşalelerin yanan ateşi dalgalanıyordu. Sert adımlarım babamın taht odasına kadar kendinden ödün vermeden devam etti.

Babam muhtemelen bana yeni bir görev vermek için çağırmıştı. Taht odasının kapısında ki iki muhafıza bakarak buz kütlesinden farksız bir sesle "Kralı görmem gerek." dedim. Kollarımı göğsümde birleştirip sağ tarafımda ki muhafıza diktim gözlerimi. Muhafız ızdırap dolu bakışlarımın altında daha fazla ezilmemek adına büyük kapıyı çalarak içeri girdi. Elmaslar ve değerli taşlarla süslenmiş altın varaklı kapı tekrar açıldığında muhafız bana değil direk yere bakarak "Kralımız sizi bekliyor majesteleri." dedi. Koyu mor bakışlarımı daha çok onda tutma gereği duymayarak aralık kapıdan içeri girdim.

Bakış açıma babam ve üzerinde oturduğu görkemli tahtı girince istemsizce huzursuz hissetmeye başladım. Batı Krallığının gelecekte ki varisi olmak pekte hoşuma giden bir durum değildi. Biz dört kardeştik ve aralarında tek ateş elementini bükebilen bendim. Onların hepsi safkanken ben melezdim. Annem Kuzey Krallığının düşesi Olivia'ydı. Sertçe yutkunarak babamın tam karşısında durdum.

Ateşin renklerini içinde canlandıran turuncu gözlerinde belirsizlik vardı. Ellerimi arkamda kenetleyip sırtımı olabildiğince dikleştirdim. "Sizi dinliyorum." diyerek ortamda ki gergin sessizliği bir bıçak gibi kestim. Babam suratına gurur duyan bir gülüş yerleştirip "Sana yeni bir görev vereceğim," diyerek açıklamaya başladı.

Ancak ben zaten bana görev vereceğini biliyordum. Ama yine de tek kelime etmeden sadece gözlerine bakmakla yetindim. Çenemi dikleştirip omuzlarıma kadar uzanan düz, siyaha yakın lacivert saçlarımı saçlarımı başımın yardımıyla geriye savurdum. Kaşlarımı hafifçe çatarak babamı dinlemeyi sürdürdüm. "Eski dostlarımdan olan Kral Zahir, bir iki saate Doğu Krallığı ile aramızda olan sınır çizgisinde olacak. Onu ve oğlunu alıp sarayımıza getirmeni istiyorum. Yapabilirsin, değil mi?" Devam eden açıklamasının ardından sorduğu soruya karşı alayla "Ben senin kızınım Batının Ateş Kralı, yapamayacağım hiç bir şey yok." diye karşılık verdim.

Suratında ki gurur duyan gülüş sırıtışa dönerken ben ufak alaylı bir tebessümle ona bakıyordum. Morun koyuluğuna bulanmış gözlerim onun turuncularıyla çarpışınca irkildim. Ancak yerimden kıpırdamadım. Dudaklarımda ki alaylı gülüşü silerek ciddi bir ifadeyle "İzninizle." dedim. Genelde uzun cümlelerden kaçınır, kısa şeyler söyleyerek geçiştirirdim.

Arkamda kenetlenen ellerimi çözerek baş selamı verdim ve arkamı döndüm. Asker adımlarına benzeyen adımlarımı dizerek girdiğim ihtişamlı kapıya ilerledim. Daha sadece bir kaç adım atmıştım ki babamın sarsılmaz sesi tekrar kulaklarımı doldurdu.

"Arel." Kaşlarımı biraz daha çatarak omzumun üstünden babama baktım. İsmimi çok nadir söylerdi. Dikkatimden kaçmış değildi ama onun dikkatsizliğine geldiği afallayan suratından belli oluyordu. "Evet." diyerek konuşmasını beklemeye başladım. Yutkundu ve "Yanına giderken Bars'ı da al. Ve onlarla tanıştığında buranın kurallarını anlat. Onları sağ salim getireceğine eminim." diyerek cümlelerini tamamladı. Sadece başımı bir kez sallamakla yetinerek tekrar önüme döndüm. Emin adımlarla salondan çıkarak geldiğim koridora döndüm. Bars'ın yanına gitmem gerekiyordu. O da muhtemelen muhafızların olduğu eğitim odasındaydı.

Mühürlenmiş RuhlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin