Yeni bölümle karşınızdayım. Umarım beğenerek okursunuz. Biliyorum çok kısa oldu. Ama beğeneceğinizi düşünüyorum.
Umarım size moral olacak ve ülkemizde ki felaketin etkisi birazda olsa unutturacak bir bölüm olur. Çünkü berbat bir psikolojideydim ve bu durumdan sıyrılmak için yazmaya başladım. Beğenmeniz ümidiyle.
Bölüm şarkısı: Chandelier-Sia
Keyifli okumalar...
***
Beynimde dinmek bilmeyen yankılı sesleri kulak ardı etmeye çalışarak yatakta yatan, Alkan'ın bedenine girmiş cadıya baktım. Ruhu Alkan'ın bedenine girmiş olabilirdi ancak o Alkan değildi. Zaten Alkan sana asla öyle şeyler söylemezdi. Bilinmez. Soğuk hava hala kazağımı deşerek içime siniyordu. Cadının duygularını solumak istedim. Ne düşündüğünü, zihnine girerek anlardım fakat duygularının bariz kokusunu solumak istedim. Alayın, küçümsemenin ve egonun iğrenç kokusu ciğerlerime sıkıştığında iğrentiyle ona baktım. Üç adımlık mesafeyi kat ederek Alkan'ın bedenine, cadının ruhuna yaklaştım. Şimdi zihnine girebilirdim. Bizimle alay ediyor, bizi küçümsüyor ve kendini muhteşem bir şey olduğunu sanıyordu ancak değildi. Duygular, düşüncenin bir kısmını asılsızca bize aktaran hislerdi.
Elimi öne uzatarak Alkan'ın ağzını açtım. Cadının ruhu dudaklarını araladı. "Canın yandı değil mi Vâris. Tabii ki yandı. Babanın kız versiyonusun! Bu senin canını yakmalı." Alkan'ın gür sesi odayı adeta kapladı lakin odada bulunanlar biliyorlardı ki, konuşan asla Alkan değildi. Ama bu cadı her kimse benim gelecekte ki hükümdar, kraliçe olacağımı biliyordu. Morun çetrefilli bir şekilde oynaştığı gözlerim onun -Alkan'ın- kan rengi gözlerine sabitlendi. Gözlerimi kızıla boyadığımda Alkan kaşlarını çattı. Ve fakat ona Alkan demek doğru değildi. Ruhu bedeninin içinde olmadıktan sonra o Alkan sayılmazdı.
Bütün dikkatimi cadının zihnine yönlendirerek hafifçe ona doğru eğildim. Dudaklarım hafifçe ayrıldı.
"Gerçek adın ne?" Soğuk, ciddiyetin milim milim sindirildiği sesim üzerine acımasız bıçaklar gibi indi. Bedeninin ürperdiğini, hatta gözlerinde koyu renk çukurun büyüdüğünü fark ettim. Zihninin en derinine ilerlerken dudakları ondan bağımsızca hareket etti.
"Ardal." Zihnine girdiğim için hipnoz olmuş gibi hiç aksatmaksızın konuştu.
Yüzümde mimik oynatmayarak "Alkan'ın ruhu nerede?" Dedim. Sesimin yaydığı soğuk hisle bedeni ürperdi. Alkan'ın vücudu olmasına rağmen içinde Alkan'ın ruhunun olmaması can sıkıcı, hatta yakıcıydı. Zihninin içinde bir bilinmezlik vardı sanki. Puslu, kara bulutların üzerinde fink attığı ıssız bir ormanda gibi hissettirecek türden bir bilinmezlikti. Issızdı, hiç bir canlının yaşamak istemeyeceği türden soğuk ve pusluydu. Acı çığlıklar etrafı tarıyordu. Ardal denen cadı Alkan'ın bedeninde derin ve kesik nefeslerini son son alırmış gibiydi. Zihninde ki karanlık içime işlemeden oradan uzaklaştım. Zihninde daha az karamsarlıkta olan bir yer bulduğumda odağımı yeniden Ardal'ın ruhuna diktim. Alkan'ın kuru dudaklarından Ardal'ın ruhunun kelimeleri duyuldu.
"Onun ruhu benim hasta bedenimin içinde. Evran beni öldürdüğünü sandı ancak ölmedim. Ama bedenim şuan ölmek üzere. Bedenimi Kurt Adamlar koruyor. Kurtların Mega Alfa'sı olan Semar'ın sürüsü onu koruyor." Ardal'ın sözleri bittiğinde benimde onunla işim bitmiş oldu. Eğildiğim yerden doğrulurken onun zihninden çıktım. Zihni öyle pis bir karanlığı içerisinde barındırıyordu ki bir daha zorunda olmadıkça ölsem girmezdim. Gözlerimi mor rengine dönmesine izin vererek Kral Zahir'e döndüm. Harap olmuş görüntüsü içler acısıydı. Burnumu kırıştırmamak için kendimi tutup "O sürüyü nasıl bulabiliriz? Hiç duydunuz mu?" diye sordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mühürlenmiş Ruhlar
Fantasia"Oturmazsam?" dedim, cesurca. Kaşlarını biraz daha çatarak "Saraya vardığımızda en ağır cezayı almanı sağlarım. Ayrıca ne zamandır muhafızları kadın seçiyorlar." dedi. Kadınların muhafız olmasında ne vardı? Kadın olmamız muhafız olmamıza engel değil...