Bu bölüm fazlasıyla uzun oldu. Olabildiğince az betimleme ve ayrıntıya yer vermek zorunda kaldım. Çünkü sizin yani okurların sıkılmasını istemedim. Gözümden kaçan illa ki yazım yanlışları vardır. Her ne kadar kontrol etsem de oluyor maalesef ki. Onları yorumlarda belirtirseniz sevinirim.
İyi okumalar...
Bölümün başında geçen sisli ormanı bu şekilde düşünebilirsiniz.
*
Nasıl kendimi toparladığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Bomboş ve donuk bakışlarla puslu ormanın ortasında atın üzerinde ilerliyordum. Az ilerimde Lukas ve iki yanımda Kral Zahir'le Alkan vardı. Pus yüzünden önümüzü göremiyorduk ancak ben bunu değil, beni esiri altına alan dondurucu soğuğu düşünüyordum. Kendimi hala bitkin hissederken bu pusu dağıtmak için hava bükme güçlerimi kullanabilirdim. Ya da başımıza bir şey gelmediği sürece güçlerimi kullanmaz ve kendimi yormazdım. Bende ikincisini seçme kararını alarak atın üzerinde sarsılarak ilerlemeye devam ettim. Bencillik yapma Arel! Yapabileceğini sende bende biliyoruz. Atın nalları her toprağa değdiğinde ufak bir toz bulutu havaya karışarak pusun arasında kayboluyordu.
Derin bir nefes aldığım sırada içime bir şüphe düşmüştü. Etrafımızda karanlık bir aura hissederek kaşlarım ciddiyetle çatılırken atımı sertçe çekerek durdurdum. Atımda benim gibi huzursuz hissetmiş olacak ki kişnemeye ve yerinde tepinmeye başlamıştı. Hayvanlar böyle şeyleri hissederdi ne de olsa. Lukas, buz mavisi gözlerini üstüme diktiğinde kısılmış mor gözlerimle ona karşılık vererek konuştum; "Bu ormanda yalnız değiliz. Değil mi?" dediklerimle Lukas'ta yüzüne yayılan endişeyle krala baktı. Bakışlarım krala değdiğinde Zahir'de bana bakarak konuşmaya başladı.
"Burası Gölgeler ve Ruhlar Ormanı. Yani bir nevi tehlikedeyiz ancak-" Lafını adeta bir bıçak gibi keserek öfkeyle "Bunu bana şimdi mi söylüyorsunuz, kralım?" diye hırladım. Başımı çevirerek bu sefer Alkan'ın kan rengi gözlerine baktım. Suçlu küçük bir oğlan çocuğu misali başını başka tarafa çevirip yutkunduğunda tekrar Kral Zahir'e döndüm. "Sizin ve Prens Alkan'ın canı bana emanet. Ben bir yemin ettim. Bunu bana en başından söylemeniz gerekirdi." Dediklerim saf öfkeyi barındırırken Lukas araya girerek "Artık biliyorsun, Arel. Uzatma ve kralımızdan özür dile!" dedi. Kendini ne sandığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu fakat onu gırtlaklamamak için herhangi bir sebebimde gözükmüyordu.
Çarpık bir gülümsemeyle ona bakarak dilimle köpek dişimi okşadım. Ardından sadece elimi sallayarak ormanın o puslu havasını dağıttığımda Lukas, irileşmiş gözlerle bana bakıyordu. İyi olduğuna emin misin sen Arel?! "Yol boyunca sizi ben koruyacağım kralım." diyerek kaşlarımı yukarı kaldırıp indirdim. Bunu tamamen Lukas'a meydan okumak amaçlı yapmıştım. Bunu o da anlamış olacak ki sinirle bir soluk alarak başını dikleştirdi. Bakışlarında ki hırçın denizin buz kalıplarıyla dolu dalgaları adeta beni dövmeye teşebbüs ediyordu. Atımın dizginini daha sıkı kavrayarak gözlerimi kapattım. Yerde ki titreşimlere göre etrafımızı kontrol etmeye çalışıyordum fakat atların ayaklarının yere vurmasından başka bir titreşim hissedemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mühürlenmiş Ruhlar
Fantasy"Oturmazsam?" dedim, cesurca. Kaşlarını biraz daha çatarak "Saraya vardığımızda en ağır cezayı almanı sağlarım. Ayrıca ne zamandır muhafızları kadın seçiyorlar." dedi. Kadınların muhafız olmasında ne vardı? Kadın olmamız muhafız olmamıza engel değil...