bölüm şarkısı
"timeflies - undress rehearsal"
"daha ne kadar bu saçmalığa katlanacağız lisa?"
"yıllar boyunca peter."
*****************************
13 yıl sonra
konuşan kişi lee minho'un ta kendisi olduğunda sinirle yerime yeniden oturdum ve bacağımı sallamaya başladım. sahnede, eşiyle birlikte olağanüstü görünüyorları. yanıma lisa'nın oturması için ayarlamıştım ancak lisa bu görüntüye maruz kalmamak adıyla beni bu galada tek başıma bırakmış, en lüks odasında gözleri kızarmış şekildeydi. lee minho'un sesi duyulmasıyla gözlerimi büyük ekrana çevirdim. bakışlarının altında yatan kibir.. oyunculuğun getirdiği iyi rol olsa gerek zira lee minho iyilik nedir bilmezdi.
"bu ödül.. gerçekten pahabiçilmez." dedi ödüle sahte bir ışıltıyla bakarak.
daha ne kadar uzayacağını bilmediğim ve her kelimesinde daha da yumruklarımı sıkmama neden olan cümlesini duymamak için büyük oyuncuların önünde ayağa kalkmış, herkes bana dönerek lee minho'nun da odak noktası ben olduğumda kravatımı sıkılaştırmıştım. ardından arkama dahi dönmeden gala'nın içinde olan dinlenme odasına doğru hızla adımlıyordum. bu sahte sözlere, böylesine güzel bir ödül.
"sikeyim!" diye sesimi yükselttim. etrafta duran makyaj malzemelerini sertçe düşürdüğümde cebimden çıkardığım telefondan lisa'nın numarasını tuşluyor, açması için küfürler yağdırıyordum.
ve açıldı.
"sevgilim, gel şuraya ve bu siktiğimin kahpesine yaptıklarını ödetelim!"
"istemiyorum peter." dedi yorgun bir sesle.
"ne demek istemiyorsun lisa? senin sevgilini çaldı beni de aldattı. ne demek istemiyorum lisa?"
"mecalim yok." yudumlama sesi gelmişti. lisa içiyordu.
kan beynime sıçramıştı adeta. parmaklarımı devamlı ipeksi saçlarımda gezdirip duruyor ve ortalığı yıkmaktan başka bir şey yapmıyordum. kapı açılana dek.
lee minho.
sadece gülümsemişti. bir şey demeden önüme döndüğümde lisa ile hâlâ konuşmaya çalışıyordum ki yanıma baktığım an omzunu cama doğru yaslamış bana bakan lee minho ile karşılaşmıştım.
"sorun ne?" ben de kendi hâlime bakmaya başladığımda minho'un yutkunmasıyla yeniden ona dönmüş ve ne olduğunu biraz daha anlamaya çalışarak tekrardan ona karşı başarısız olmuştum.
"eşinle mi konuşuyorsun?"
"defol."
"seninle zaman geçirmek istiyorum."
"defol lee know."
lisa'nın aramayı kapatmasının ardından alt dudağım titredi.
bir şey demesine izin vermeden elinde ki uyuşturucuyu alarak cebime koyduğumda içime çekmiş, beni seyredişini sikime dahi takmamaya çalışıyordum ki kafamı kaldırdığım an aşağılayıcı bakışlarıyla karşılaşmıştım tekrardan.
benimle doyasıya eğlenen adamın karşısında suskun bir şekilde durdum. gülerek bana bakmaya başladığında derin bir nefes almış ve ayağa kalkarak ona yaklaşmıştım ki minho da bundan rahatsız olmadığını yeterince belli ederek benden uzaklaşmak yerine elini omzuma koymuştu. omzuma yan bir bakış atıp yeniden gözlerine bakmaya başladığımda büyüyen göz bebeklerime odaklandı. "sanırım.." kekeliyordum veyahut duraksıyordum. yan etkiler.. "bana bayılıyorsun lee know."
"senin kokain içeren dudaklarına bayılıyorum peter."
"hayır, bayılmıyorsun." yaptığım imayı anladığı an konuşacağı sırada dudaklarını dudaklarıma bastırdım eskisi gibi. yıllardır tatmadığım eski bir tattı dudakları, özlediğim devamlı canımın çektiği bir tattı. aslında kızabileceğim çok fazla kişi varken en başta bu bağımlılığım yüzünden kendime de kızmam gerektiğini bilmem sinirimi bozuyordu ve yeniden minho'u öpme hissiyatı veriyordu.
ellerimi ceplerine götürdüğümde dudaklarımızı ayırarak bana seslenmesiyle başımı eğip göğsüne koymuş ve destek almaya çalışmıştım. "beni aldatmayı kendine yedirebiliyor musun?" diye sordum.
sırtını yasladığı duvara başını da geriye atarak bastırdığında sarılmıştı bana, her şeyin geçeceğini söylermişçesine sarılmıştı bana. her şeyin eskisi gibi olacağını söylermişçesine sarılmıştı bana. maskülen parfümünü bir daha içime çekemeyecek gibi akciğerlerime doldurdum parfümünü, kendi kokusunu bastıramayacak kadar hafif kalıyordu parfüm. hoşuma giden de bu. lee minho en az ödülleri kadar pahabiçilmezdi.
"beni özledin mi?"
"hiç özlemedim." diye karşılık verdim.
karşılığıma aldırış etmeden gülmüştü, ilk defa ya da uzun bir aradan sonra samimi bir şekilde güldüğünü görüyordum. sıkılaştırdığım kravatı bizzat kendi elleriyle gevşetmeye başladığında anlamıştım ki bu sarılma sadece bir sarılma olmayacaktı. bu sarılma: ilk karşılaşmamız gibi gecemize renk katan bir karşılaşma olacaktı.
ensemi okşayıp ipeksi yumuşak saçlarıma öpücük kondurmaya başladı.
ve yönetmen sesi.
"kestik!"
bu sesin ardından toparlanmak yerine minho'un kollarında biraz daha beklemek tercihimdi, avucumu yanaklarına bastırarak güzel gözlerine bakmış ve yumuşak dudağına öpücük bırakmıştım.
"jisung, bebeğim." her sahnemizin bitişinde bu kelimeyi kurardı bana, seviyordum. bana bunu söylemesini seviyordum. elimi elimden bırakmayışını, sımsıcak dudaklarını hissetmeme izin verişini seviyordum.
rol gereği dediğim her cümlemi görmezden gelin ve hayranlık duyduğum lee minho'a odaklanın çünkü o görsel şölenin ta kendisi.
__________________
selamlar
kaç kişi oy kullanır ya da yorum yapar bilmem ki zaten bunun için özel bölüm atmadım, içimden geldi ve güzel olacağını düşündüm çünkü bu hikayenin sonu yarım kalmış gibiydi ki bu özel bölümde de yarım kalmış görünüyor
maalesef ben 600 kelimeyi geçen bir bölüm yazamıyorum en azından sonu güzel
normalde angst bitecekti bazı sebeplerden dolayı bizim hikayemiz güzel bitmediğinden ve kendime dedim ki; bunların hikayesini güzel bitir venus/ şule/zehra/diana*
bu adlar bu fici yazan kişiler en başta ben olarak(venus)
her neyse
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hizmetkâr, minsung
Fanfiction"her şeyiyle sana sunulan bir lee minho'u kabul etmek yerine öylece bırakıp gitmeyi seçersen han jisung, herkesin sana diyeceği tek bir kelimesi vardır." angst degıl a