"I've always liked to play with fire."
sete geldiğimi fark ettiğimde, beyaz maseratimi otoparkın olduğu yere çekmiştim. ardımdan siyah porsche ile gelen birisini gördüm, lee minho arabadan çıkarak kafasıyla selam işareti verdi. "değişmiş mi bu?" dedim kendi kendime.
arkasından hızlı adımlarla yürüyordum, asıl amacım ona yetişmekti ama yüzüne bile bakmadan yanından geçip gittim. bay kang'ı görmemle geri dönmem bir olmuştu zaten, "çekimi burada yapacağız!" dedi adam bana. "nasıl bir role bürüneceğinizi çok iyi biliyorsunuz."
***
"cidden mi?"
kapıdan çıktığından itibaren makyajıyla herkesi büyülemeyi başarmıştı. üstünde bembeyaz gömlek, altında ise pantolon vardı sadece. yanıma yaklaştığında, yüzüne karşı "ergen dizisi mi çekiyoruz?" dedim. kıkırdamıştı. "sanırım öyle."
olduğumuz yerlere daha doğrusu olmamız gerektiği yerlere geçip, "ışık, kamera!" demişti bay kang. gözlerimi devirdim istemsizce, lee know'un elleri bacağımdan boynuma doğru çıkarken titremiştim adeta. "peter, amerikaya gittikten sonra ne çabuk unuttun?"
"bana kim olduğunu hatırlat o zaman lee know."
"zevkle," kollarıyla belimi kavramıştı, vücudumu kendine çekerek dudaklarıma baktı bir süre. "nefis görünüyorsun." dedi ağzından hırıltı kaçırarak. açlıkla dudaklarımı, dudaklarını öperken, kollarımı boynuna doladım. elleriyle kalçamı yoğuruyordu, ikimizde yazılanları söylemiyorduk onu anlamıştım o an, biz yazıları yaratıyorduk.
"kestik!" bay kang'ın sözüyle rahat bir nefes vermiştim, "sonunda yüce tanrım." minho'da bu sözümü duyarak yarım ağız sırıtmıştı. "ne oldu? bana karşı koyamaz mıydın?" direkt saldırıya geçmesi beni şaşırtmadı değil. "bir film çekiyoruz."
"senle bir defa olsa bile seviştik daisy." bütün sinirler kafama dank etmişti, açık sözlülüğü insanı delirtirdi. "kes sesini."
onu görmezden gelmeye çalıştım kısmen, ben oradan uzaklaşırken arkamdan şöyle bağırmıştı; "keser misin sesimi?"
lavaboya hem rahat bir nefes almak için hem de kafamı dinlemek için gelmiştim, aynadan kendime baktım. kirli dokunuşları, arsız bakışları, dudaklarının arasından çıkan cümleleri.. beni deli ediyordu, tek anlamıyla deli ediyordu.
kravatımı genişletmeyi geç, direkt boynumdan çıkartıp musluğun içine atmıştım.
tek bilebildiğim aklımı çelmesiydi,
***
lee know ile başbaşaydık, bu sefer yakınımızda hiç kimse yoktu. büsbüyük bir odanın içindeydik, nefes verip konuşmayı başlatmıştı. "han,"
"tek nefeste söyler misin?"
"yarın gala olucak seninde gelmen lazım." bu muydu? bunca yolu küçük sözler için mi getirtti? sikerim böyle işi.
mrbb
butun sınırler yıne beynıme sıcradı nefret kustum bunu yazarken
ne kadar kotu ılhamlar geldı bana sınır sınır sınır SINIRRR
lee mınho bu sekılde gıyındı ahh
han jısung ıse boyle offff oggfff
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hizmetkâr, minsung
Fanfic"her şeyiyle sana sunulan bir lee minho'u kabul etmek yerine öylece bırakıp gitmeyi seçersen han jisung, herkesin sana diyeceği tek bir kelimesi vardır." angst degıl a