3- CİVCİV

3K 226 139
                                    

Uykumdan bir kaç dakika önce uyanmış, mayışık bir ifade ile çevreme bakıyordum. Başım dünkü halinden daha çok ağrıyor ve eklemlerim tek tek sızlıyordu. Sabaha kadar bir sandalyenin üstünde uyumuştum. Özelikle tutulan boynumun haddi hesabı yoktu.

"Sikecem ya.." diye mırıldandım. Acaba Mert kahvaltısını yapmış mıydı?

O ara içeriye elindeki kahvaltılıklarla gelen Kağan'a kaydı gözlerim. Adamın bıyıkları resmen bağımsızlığını ilan etmişti. Göğe kadar çıkardı bir ay daha kesmezse.

Masaya tabakları koyup kapaklarını açarken büyük bir dikkatle izliyordum onu. Daha doğrusu öldürcekmiş gibi baktığıma emindim.

"Siparişi veren adamda işin içindeydi değil mi?" diye sordum boğuk bir sesle. Uyandığımdan beri daha ilk defa konuşuyordum.

Ağzına bir tane kaşar peyniri atıp "Aferim lan civciv." dedi alayla. Eskiden Aybars bana öyle dediği için bunlarda alışkanlık olmuştu. Tabi onlar dalga geçmek için diyordu.

Aybars ise ben üniversiteydeken yüzme bilmediğim için böyle diyordu. Nereye gittiğimizi tam hatırlamıyordum ama onun dedesinin köyünün oralarda güzel ve derin bir çay vardı. İlk girdiğim zaman yavru civciv misali suda çırpındığım için bana böyle seslenip durmuştu. O anlar aklıma gelince dudaklarımı birbirine bastırdım.

Hala yüzme bilmiyordum.

"O dosyaların yerini asla söylemiyeceğim beni boşuna tutuyorsunuz." dedim bıkkınca. O masum çocuğu öldüren kişi hak ettiğini alacaktı. Gerekirse ölene kadar dururdum burada.

"Sen öyle san." dedi beni kafasına takmadan sofraya otururken.

Apartman büyüktü ve duvarları fazlasıyla rutubetliydi. Bu yer beni fazla darlamaya başlamıştı şimdiden. Kağan kumandayı alıp televizyonu açtığında soğuk odanın içine haber sesi doldu. Başımı iki yana oynatarak çıtlattım pencereye baktım. Hava burada sisli ve karanlıktı.

Yanda duran tuvaletin kapısı açılınca nefesimi tuttum, çenem kasıldı. Bakışlarımı oraya çevirmek istemiyordum. Akşam olduğu zaman onun çehresini tam manasıyla görmemiştim. Ama bu karamsar havaya rağmen içeri süzülen o küçük ışık süzmeleri, onu görebilmem için yeteri kadar sebep veriyordu.

"Günaydın." dedi pürüzlü sesiyle, boynumu yere eğdim ağrımasına rağmen. Sanki gerçeklerin farkına daha yeni varıyordum.

Aybars 8 yıl sonra tam burada, yanımdaydı. Hala imkansız gibi geliyordu. Kaçırılıp burada zorla tutuluyorum ama benim düşündüğüm şey oydu.

Kağan, "Günaydın kardeş." dedi önüne koyduğu çaydan yudumlarken. "Dur sanada koyup geleyim."

Ayağa kalktı ve küçük olduğunu tahmin ettiğim mutfağa ilerledi. Arkasından çatık kaşlarımla baktım. Üniversitede olan anılarım canlandığı her bir saniye kanım öfkeden alev alıyordu.

"Öldürcekmiş gibi bakmayı kes."

Masadan buraya ulaşan otoriter sesini duyunca yeşil gözlerimi ona çevirdim. Kahvelerine, çehresine ve saçlarına baktığım her saniye dişlerimi birbirine bastırıyordum. Özlemiştim ama sinir hükmünü daha çok ortaya koyuyordu.

"Beni burada ne kadar tutacaksın?" dedim sinirle. O benim aksime oldukça sakindi, kolay sinirlenmezdi. Ama şalterleri bir attımı dinmesi daha zordu. Ben ise çıt deseler ortalığı yakacak kıvamdaydım şuan.

"Gerekirse yıllarca, o dosyalar önemli." dedi düz bir sesle.

Sandalyede biraz kıpırdandım. "Sizin pis işleriniz hepsinin kanıtı onların içinde değil mi?" gülerek konuştuğum zaman çiğnediği zeytinin çekirdeğini çıkardı.

"Vatan için yapılan pis işler." diye düzeltti.

"Siktirin gidin amına koyayım. Bir insanı solcu diye öldürmek vatanı korumak mı oluyor? Nasıl insanlarsınız lan siz?." dedim öfkeyle konuşurken. "Hayır adam gibi görüşünüzü savunduğunuz bile yok. İnsan dövmekle vatan savunulmuyor Aybars efendi.."

Beni ifadesiz gözlerle dinlerken öfkeyle güldüm. Hesaba bile almıyordu dediklerimi.

"Hep aynı laflar, öyle iki eylem yapıp slogan atmaklada ülke korunmuyor Evrim efendi." dedi 'efendi' kısmını bastırarak. Sadece sustum ve kendimi yormadım. Çünkü asla anlamıyacaktı.

Ya da birbirimizi asla anlamıyacaktık.

İçerden çay bardağı ile gelen Kağan masaya yaklaştı ve Aybars'ın önüne bıraktı. Kahve gözlü adam eline alıp ucundan azıcık içti. Derin bir nefes verip geriye yaslandım. İkisi haberi izlerken arada bir sohbet ediyorlardı. Ben ise öylece uzağa dalmış bir şekilde bakıyordum. Buradan bir şekilde kurtulmam lazımdı. Ama aklıma hiç bir şey gelmiyordu. Zaten bu iri kıyım ülkücüler olduğu sürece buradan zor çıkardım.

Sahi... acaba Aybars bana vurur muydu? Eskiden yanlışlıkla eli çarpsa bile üzülen adam şimdi bana kıyar mıydı?

Ben bunları düşünürken ikiside olduğu yerde ayaklandı. Aybars üstünü düzeltirken "Ben bir Selçuk abiyle durumu konuşuyum. Dün gidemedim yanına." dedi.

Kağan kafasını sallarken kahve gözlü adam kapıya yöneldi. Tam kapıyı açacağı zaman aklına bir şey gelmiş gibi olduğu yerde durdu. Bana döndü.

Kafasıyla beni göstererek "Şunun karnını doyur, başımıza kalmasın." dedi, içime bir ağırlık çökerken gözlerimi bir kaç kez kıpıştırıp ona baktım. Dış kapıyı açıp gitti.

Başımıza kalmasın..?

O gidince ağlayacak gibi oldum. Bunca yıl  nefret ettiğime inanarak yaşamıştım. Ama yüzünü görünce her şeyin birer toz olması, yalan olması.. sadece gerçek duygularımı bastırmak için yapılmış birer kalkan olması canımı yakmıştı. İçimde hem nefret duygusunu, hemde özlemden duygusunu aynanda yaşamam sınırlarımı zorluyordu.

Kağan arkasına dönüp bana baktı ve gülümsedi. Bıyıklarının altından beyaz dişleri belli oluyordu.

"Aç mısın?" diye sordu masaya ilerlerken. Gözlerim sofraya kayınca midemin guruldadığını hissettim. Dün akşamdan beri hiç bir şey yememiştim.

Tekrar gülümsedi ve "Açsın..." dedi kafasını sallayarak.

"Derdin ne la senin?" diye sordum, mal mal gülüp duruyordu. Onca yıl geçmişti ama o gıcık huylarında gram değişiklik yoktu.

Bana bir süre baktıktan sonra hızlıca yanıma geldi ve sertçe çenemi kavradı. Ağzımdan istem dışı garip bir ses çıktı. Parmağındaki yüzükle beraber kemiğime baskı uyguladığı için canım çok kötü acımıştı.

"Burada seni koruyacak, yanında olup sana destek çıkacak kimse yok. Aybars yokken sadece ben varım. Sakın onun sakinliğine güvenme.." dedi yüzüme karşı fısıldarken. "Beni azcık tanıdıysan sana neler yapacağımıda az çok tahmin edersin." 

Sertçe yüzümü bıraktığı zaman bir an sandalyeden düşecek gibi oldum. Dengemi sağladığım zaman bir kaç kez çenemi hareket ettirdim. Yeşil gözlerimi kaldırıp sert mizaçlı adama baktım, her zamanki gibi kibirle başını havaya kaldırmıştı.

"Bugün yemek falan yok sana." dediğinde dişlerimi sıktım.

Ağzının içinde bana küfürler ederek balkona çıktığı zaman ağlamamak için zor durdum.

Gitmek istiyordum.

-

Sizce Aybars hala Evrim'i seviyor mudur?

canhıraşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin