Sabah uyandığımda arkamdan belime dolanmış olan kollar, enseme vuran sıcak nefes ve sürten kirli sakalları, dışarda esen keskin rüzgara eşlik eden kar tanecikleri, sönmüş olan soba.. yıllar sonra uykumdan uyandığım zaman böyle huzurlu bir ortamda olacağımı bilseydim.. ne yapardım bende bilmiyordum gerçi. Tek hissettiğim bedenimde akan kanın yavaşlamasıydı. Gözlerimi öylece boşluğa dikmiş arkamdaki adamın varlığının bilincinde yatıyordum. Belki de hayatımda en rahatız edici ama aynı zamanda en mükemmel duyguları aynı anda yaşıyordum.
Yaklaşık yarım saat alık alık bekledikten sonra yavaşça arkamı döndüm ve bana sokulmuş adama dikkatle baktım. Dağılmış kahve tutamları özenle alnına serpilmiş gibiydi, kaç gündür dinlenmediği açıkça belli oluyordu. Büyük ihtimal öğlen olacaktı ve o hala uyanmamıştı. "Aybars." dedim kısık bir sesle. Hiç bir tepki vermediğinde olduğum yerde hafif doğruldum ve bundan dolayı kolları bedenimden ayrıldı. Acaba ne yapmışlardı? Eğer Selçuk'un kulağına böyle bir şey giderse ne yapacağını kestiremiyordum.
Huzursuzca gözlerini açtı ve bir kaç saniye sonra "Evrim?" dedi boğuk bir sesle. Suratına baktım bomboş, ikimizde birbirimizden atak bekliyorduk. Yüzündeki ifade biraz daha açılırken yutkunarak bakışlarını kaçırdı. Uykudan yeni uyandığı için durumumuzu daha yeni kavrıyordu büyük ihtimal. Toparlanarak "Ne zaman gideceğiz?" diye mırıldandığımda sırtını koltuğun arkasına yasladı. Gözlerini ovuşturdu.
"Gitmek istiyor musun?" diye sordu direk. Gözleri hafif şişti ve bana böyle tatlı tatlı bakıyor olması bir an içimi yumuşacık etti. Fakat silkinip bu lanetli düşünceden kurtuldum. Sadece bir günde her şeyi unutup azda olsun bana açıklama yaptı diye kendimi tamamen onun kollarına bırakacak değildim. Haklı olsun veya olmasın zamana ihtiyacım vardı. Her şey için.
"Gitmemiz daha iyi olur." dediğimde tedirginlikle elini kaldırdı ve benim elimi tuttu. Nefesim içime kaçarken kendimi stabil tutmaya çalıştım. "Aramızda bir sorun yok ama değil mi?" ağzımdan çıkan olumlu bir cevaba ihtiyacı vardı. Zira gözlerinin etrafını bir girdap gibi sarmalamış olan bu sükunetin başka açıklaması olmazdı. Ama hala içimdeki sesler susmak, durmak bilmiyordu. Ya rol yapıyorsa Evrim? Yine seni kullanıp atacaksa Evrim? Akabinde aklıma bilmem kaçıncı kez Ali geldi. Bir planım vardı, evet. Geri dönemezdim.
"Hayır yok." dedikten saniyeler sonra dudaklarına eğildim. Bariz bir şekilde şaşırsa da tabikide ayağına gelen bu fırsatı geri çevirmemişti. Sert dolgunluklara kendi dudağımı bastırdığım vakit içli bir nefes çekti. Anında elleri belimin kıvrımını sıkıca kavramış, olduğu yerde hafif yükselmişti. Bir süre öylece kalırken beni sıkıca öptü ve geri çekildi. Dudakları hafif ıslanmıştı. Bakışlarımı onun koyu kahvelerine çevirdiğim zaman harelerinin içinin bir güneş gibi parladığını gördüm. Neydi bu duygu? Mutlu muydu yoksa? Canımın acıdığını hissettim. Onun mutlu olmaya hakkı var mıydı? Bunca çektiğim işkenceden sonra bana bir kere bile merhamet göstermemişti.
Titrek bir nefes verip hala belimde duran ellerini sıkılaştırdı ve beni kendine çekti. Yüzünü boyun girintime gömerken orayı öptü ve derince kokumu içine çekti. Burnunu bir kedi gibi sürttü. Bende mazlumca suratımı asarken kollarımı yavaşça onun boynuna doladım, yanağımı omzuna yasladım. "Seni hep mutlu edeceğim," dediğinde göğsüm sancıdı. "Bir daha asla seni yalnız bırakmayacağım. Canlarını yakmalarına izin vermeyeceğim."
Gözümden bir yaş düşerken "Beni buraya getirmeseydin yine bana eskisi gibi davranmaya devam edecek miydin?" diye sordum. Sesim biraz güçsüz ve fazlasıyla titrek çıkmıştı. Beni yavaşça kendinden ayırdı ve elinin birini belimden çekip yanağımı okşadı. "Uzun zamandır bunun için kendimi hazırladım. Aslında aklımda şimdi söylemek yoktu ama vakti gelmişti, hatta geçiyordu bile."
![](https://img.wattpad.com/cover/317955514-288-k473799.jpg)