XV

4 0 0
                                    

Uzun süredir kalmakta olduğum odanın penceresinden, eğer doğru açıyla bakarsanız, sarayın göründüğünü fark ettiğimden beri edindiğim bir adet gereği; başımı duvara yaslamış batan güneşin kızıl ışığı altında canlı bir turuncu tonunda görünen saray duvarlarını izliyordum.

Üzerimde rahibelerin giydiği türden bir tül elbise vardı. Zara'nın ördüğü siyah uzun örgüm omzumdan göğsüme doğru iniyor, kolumun yarı hizasında sonlanıyordu. Yüzümde sarayda süründüğüm sürmeler veyahut dudak parlatıcı yağlardan eser yoktu. Kurumaya meyilli cidimin son zamanlarda fazlaca kaşınmasından eski gül yağı banyolarını aradığını anlıyordum. Anlayacağınız vücudumdaki bu küçük rahatsızlıkları fark edecek kadar iyileşmiştim.

Son bir haftadır Jale gizlice odama sızmaya başlamıştı ve kabul etmem gerekiyordu ki bu küçük kız fiziksel yaralarımdan çok daha zor iyileşeceğini düşündüğüm ruhani yaralarımın bu kadar hızlı toparlamasındaki en büyük sebepti.

Kapım çalındığında yüzümde belli belirsiz bir gülümseme bile vardı. Kapıya vuran elin ısrarcılığı ve tez canlılığından Jale olduğunu anlamıştım.

"Girebilirsin Jale!" diye seslendim olduğum yerden sadece başımı çevirerek.

Kapım açıldı. İçeri uzanan siyahi yüzün güzelliği pencereden sızan turuncu ışılların altında farklı bir hal almıştı. Jale'nin kahve gözlerinin batan güneşin ışığı altında kızıl göründüğünü fark ediyordum o an. Kahverengi Elfler için ne kadar banalsa biz deniz dibi cinleri için o kadar egzotik ve de güzeldi. Bu küçük kız çocuğu ise kahvenin her tonunu taşıyordu üzerinde.

"Freya?" dedi beni gördüğü halde neredeyse emin olamayarak.

Sanıyorum o an hangi ruh halinde olduğumu çözmeye çabalıyordu. Zeki bir çocuktu Jale. İnsanları okumayı iyi biliyordu. Güzel ve zeki... üstelik bir de kız çocuğu idi. Üzülüyordum. Çok üzeceklerdi onu. Bir kadının hem güzel hem de zeki olması en büyük lanetlerden biriydi.

Gülümsedim ki iyi bir ruh halinde olduğumu anlasın.

"Gel yumurtam. Geç şöyle otur." dediğim sırada elimle de yatağı gösteriyordum.

Kapıyı, açarkenki tez canlılığına tezat bir temkinlilikle örttü. Üzerindeki açık sarı elbisesi ve minik minik örülmüş saçlarına tutturulan altın boncuklarla bir asilzade çocuğuna benziyordu. Anlık olarak, nasıl olmuştu da bu beyaz tapınağa bu elbiseyi sokmasına izin vermişlerdi, merak ettim.

"Bana neden hep yumurtam diyorsun?" diye sorduğunda anlık bocalamadan edemedim. Bu çocuk bazen öyle şeyleri öyle anlarda soruyordu ki şaşırıyordum. Soruya hazırlıksız yakalanmanın verdiği duraksamamın sonunda boğazımı temizleyerek tane tane açıkladım.

"Benim kültürümde çocukları böyle severiz. Elfler'in 'yavrum' demesi gibi bir şey sanıyorum."

Jale'nin kaşları çatıldı. Hemen ardından hızla ve kaslarının sınırlarını zorlayarak havalandı. Ağzı şaşkınlıkla açıldıktan hemen sonra konuştu.

"Siz çocuklarınız kahvaltı da mı yiyorsunuz?!"

Anlık bir suskunluğun ardından yüksek perdeden bir kahkaha dudaklarımdan döküldü. Uzun zamandır kahkaha atmamama rağmen ciğerlerim hiç zorlanmadan bu gür sese destek çıktı. Az evvel kapanan gözlerimi yeniden açtığımda Jale'nin sinirli gözlerle bana baktığını gördüm. Boncuk gözleri sinirden yaşarmıştı. Telaşla ifademi düzeltirken başta ne diyeceğimi bilemedim.

"Özür dilerim." diyebildim en sonunda. Bu çocuğu üzdüğüm için gerçekten üzgündüm. "Sanırım yumurta dememizin sebebi çocuklarımızı doğurduktan sonra denizin kuluçka göçüğü denilen bir bölgesindeki mağaralara yumurta adı verilen büyüyle ördüğümüz kapsüllerin içinde dinlenmeye bırakmamız."

Jale'nin kızıl ışıltılar saçan kahve gözlerindeki sinir kendini merakla değiştirdi.

"Neden öyle yapıyorsunuz ki?"

"Çünkü büyüyü yapmamızı sağlayan rûya'nın vücudumuza geçmesinin en etkin yolu bu."

"Büyü mü yapıyorsunuz?"

"Evet."

"Şimdi bir büyü yapsana..."

Tereddüt ettim çünkü Akalanka topraklarına adım attığımdan beri büyüye dair en ufak bir girişimim olmamıştı. Hem hiçbir zaman iyi bir büyücü olmamıştım. Memleketimdeyken de el becerim ve zekamla sivrilmeye başarırdım.

Yine de bu küçük kızı üzmek istemeyerek cinlerin özellikle çok iyi olduğu şekil değiştirme büyülerinden birini yaptım.

Elimi Jale'ye doğru uzatıp odaklandım. Çok geçmeden mavi cildim bileğimin bir karış yukarısına kadar tatlı bir kırmızı tonuna büründü.

En sevdiği rengin kırmızı olduğunu bildiğim kız çocuğunun gözleri şaşkınlık ve neşe ile ışıldadı. Oturduğu yerden kalkıp yanıma kadar geldiğinde ve elime sanki dünyanın en değerli mücevherine dokunur gibi dokunduğunda gülümsedim. Gözleri hayran hayran elimi izlerken birden benim gözlerime kitlendiğinde arkamdaki pencereden gelen kızıl ışıklar altında parlayan yüzünü izledim. Bu çocuğun güzelliğini takdir ederken buldum kendimi.

"Çok güzelsin Freya." dediği sırada benim de onun hakkında böyle düşünüyor olmam ne tatlı bir tesadüftü.

Kızıla dönen elimi elleri arasından çekip iki elimle yüzünü avuçlarken elim eski mavi rengini aldı. Eğilip başının üzerine içten bir öpücük kondurmamdan hemen sonra Jale'nin ince kolları belime dolandı. Başını gövdeme bastırırken gözlerimin yaşarmasına engel olamadım.

Jale'nin yüreğimde bambaşka bir yere yerleştiği gün o gündü.

FREYA ✽Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin