XIII

10 1 0
                                    

Dün akşam çok tuhaf bir rüya gördüm sevgili günce.

Yıllardır gündüzleri hayal ettiğim ama bir türlü gece rüyama girdiremediğim bir düşü: sevgili oğlumu gördüm.

Nova'dan aldığı kumral saçlarını babası gibi uzatmamış, amcası Edo gibi kısa kullanmıştı oğlum. Boyu uzundu. Öyle ki yanı başında durduğumda yüzüne bakmak için başımı yukarı yönlü kırmam, yanaklarını öpmek için parmaklarımın ucuna çıkmam gerekiyordu. Omuzları babasından daha yapılı olmasına rağmen onunkiler kadar geniş değildi. Sanıyorum elflerin o kendilerine has aşırı kemikli yapısını tam manasıyla taşımamasından kaynaklanıyordu bu durum.

Oğlum, bana heyecanla bir şeyler anlatıyor; Nova ise biz ikimizi uzaktan uzağa seyrediyordu. Bakışlarındaki sevgi öyle yoğundu ki... Ne sarayda ne de Yuhana'daydık. Benim memleketim de değildi. Neredeydik bilmiyorum ama herkezden, her şeyden uzaktaydık. Nova, ben ve... Ilyador vardı.

Evet, Ilyador. Oğlumun adı buymuş güya. Aslında çok da olmaz bir şey değil. Nova'yla bayıldığımız antik bir öykünün kahramanı Ilyador'un ismini oğlumuza vermiş olmamız saçma olmazdı. Tabii yavrumu daha günü dolmadan katletmiş olmasalardı...

Yüreğin yanıyor ama öyle kuvvetli bir yangın değil bu, sızı demek daha doğru olur. Hiç geçmiyor bu tariflediğim sızı. Hep orada, ne kayboluyor ne de kuvvetleniyor. Yaşadıklarımı hatırlatmaya yetiyor ama öldürmüyor da...

Ben sevgili günce,

Sana tüm varlığım, inandıklarım ve uğruna kan ter döktüğüm her şey üzerine yemin ederim ki bana ve daha nicelerine yaşatılanların öcünü alacağım, alamasam bile bu uğurda öleceğim.

Bu da benim yazılı yeminimdir.





Nerde kalmıştım?

Doğru... en son bayılmıştım.





Dudaklarım arasından dökülen inlemeyle uyandığımda beş duyumun ilk deneyimi yüzümü avuçlayan ellerin soğukluğu oldu. Kulaklarımı, derimin birinciliği aldığı bu sessiz sedasız yarışın ikincisi yapan ise Zara'nın telaşlı sesiydi.

"Leydi Freya?.."

Sesi titremiş, çatallanmış ve boğuk duyulmuştu ama yine de tanımıştım. Çünkü daha önce de dediğim gibi, Zara neredeyse her gün kendini ağlatmayı başarırdı ve ben doğal olarak sesinin bu halini daha evvel pek çok kez duymuştum. Hayatıma girmiş ilginç bir insandı cidden.

"Leydim? Duyuyor musunuz beni?"

Bitkinlikle mırıldandım. Daha doğrusu sızlandım.

"Su ister misiniz?"

Başımı belli belirsiz salladım öyle ki ben bile bundan emin olamadım ama Zara yine de anladı. Yan tarafımdan bir bardağın tahtaya vurmasıyla çıkan sesleri işittim. Hemen ardından suyun sert zemine çarptığındaki şırıltısı kulaklarıma vurdu. Zara'nın zarif parmaklarının boynumu kavramasından az sonra camın soğuğu dudaklarıma yaslandı.

Suyu öyle bir yudumladım ki yutkunmamın sesi tüm oda da duyulmuştur herhalde.

Zara bir şeyler anlattı bana, anlayamadım. Sadece odadan çıktığını işittim. Kısa süre sonra yanında birileriyle geri döndü.

"Freya?"

İşte bu ses tanıdık değildi. Uyandığımdan beri sessiz sedasız köşede bekleyen korkum bunu beklemişçesine, kırbaç yiyen at misali, şahlandı. Başımı saran saçlarımdan kollarımdaki tüylere kadar hepsi dikeldi. Anlık bir dehşet hali sardı sarmaladı tüm benliğimi.

FREYA ✽Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin