Bölüm 12

79 7 1
                                    


Karanlık çöküp bir gece bittiğinde ve yeni bir günün ışıkları perdenin arasından yüzüne vurduğunda bunun yeni bir başlangıç olabileceğini söylerler. Yeni bir gün, yeni bir umut derler. Her karanlığın ardından güneşin doğacağını ve bir umudun yeşerip kötü giden yaşamımızı yoluna koyacak bir şansı avuçlarımıza bırakacağını söylerler. Hepsi yalan!
Gözlerim artık gecenin karanlığından kurtulmuş, yeni doğan güneş tam üzerime düşerken bakışlarım avuçlarımda geziniyordu. Oradan kollarıma, bacaklarıma, karnıma; görebildiğim her yere dakikalardır bakıyordum. Vücudumdaki değişimi hayatım boyunca ilk defa gördüğüm bir yaratığa bakıyormuş gibi hissederek izliyordum. Güneş karşımızda dağların arasından yükselirken hala avuçlarım boştu, hala düzelen hiçbir şey yoktu; umut dedikleri o saçmalık bir anlık bile uğramamıştı bana. Çünkü artık normal değildim. Ne bir insan ne de bir Traumdum; artık ben bir canavardım. İçimde taşıdığım canavarın kabuğuydum. Saatlerce içinde durduğumuz ırmak dahi onu kurutmaya, onu yok etmeye yetmemişti. Sadece hayattaydım; ölmemiştim ama benimle birlikte o canavar da yaşıyordu. Zihnimin içinde kıyametler koparken nefes alışım bile duyulmuyordu. Ares'in kollarının arasında, ayaklarımıza dalgalar çarpıp geri çekilirken çimenlerin üzerinde uzanıyorduk. O uyuyordu çünkü her nedense bu ırmak onun tüm gücünü emmişti sanki. Ares bir ölü gibi uyuyordu ama ben ölmüş de yeniden dünyaya gelme şansını yakalamış biri gibi ayıktım; gözlerimi tek bir an bile kapamaya niyetim yoktu. "Ares." diyerek fısıldadığımda sesim bile bana yabancı geldi. "Ares. Beni duyuyor musun?" Usulca Ares'in kollarının arasından sıyrıldım. Uzanarak Ares'in sakalları uzamış yanağına dokundum ve bir kez daha onu uyandırmak için seslendim. Elim yanağına değdiği an Ares'in teninin buz gibi olduğunu fark ettim. Ne kadar süredir burada, bu halde yatıyorduk bilmiyordum ama oldukça uzun bir süredir burada olduğumuzu anlamak zor değildi. Ares bir an titredi fakat bu çok kısa sürdü. Ardından kaşlarını çatarak kıpırdandı. Kendine geldiğinde ise bana bakan gözleri donuktu. Ares'e "İyi misin?" diye sorma gereği hissettim çünkü o da en az benim kadar berbat görünüyordu. Konuşmak için dudaklarını araladığında Ares az önceki gibi yeniden titremeye başladı fakat bu sefer titremesi duracak gibi değildi; gittikçe çoğalıyordu ve bu titremeleri beni korkuttu. Onu yattığı yerden doğrultabilmek için omuzlarından destek verdim, oysaki kendimi ayakta tutacak kadar bile gücüm yoktu ama onun için çabalıyordum. Ares bir kez daha kalkmaya çalıştı, bana tutunmasını söyledim ama o pes ederek kendini tekrar yere bıraktı. Ona ne olduğunu anlamadığım için vücudunda herhangi bir yara var mı diye hızlıca kontrol etmeye çalıştım ama Ares buz kesmiş ve zangır zangır titreyen elini, elimin üzerine koyarak beni durdurdu. "Mavera." dedi. Sesi fısıltıdan farksızdı. "Sakinleş. Ağlama, birazdan daha iyi olacağım." Ares sustuğunda elimi elinden çekerek yüzüme götürdüm ve o an gerçekten ağladığımı fark ettim. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki nefeslerimi düzenlemekte zorlanıyordum. "Bize ne oldu? Neredeyiz biz?" Kısa bir an duraksadım ve ikimizde birbirimizin gözlerinin içine baktık. Ares'in gözlerime bakarken benden çekindiğini gördüm. Bana olan bakışlarındaki tedirginliğin kokusunu dahi alıyordum. Karşısında kir, pas içinde dururken, onun için endişelendiğimden dolayı ağlıyorken neden benden çekindiğini bilmek istedim. Karşısında duran ben, artık kimdim, neye benziyordum ya da neye benzeyecektim? "Ares, ben kimim?" Sustuğum gibi Ares gözlerini kaçırdı. Elleri yüzüne yapışan ıslak saçlarına gittiğinde sertçe alnına vurdu. "Bilmiyorum." dedi. "Zaman bize her şeyi gösterecek ama önce vakit kaybetmeden buradan uzaklaşmalıyız, Mavera." Kalkmaya çalışınca onu omuzlarından sıkıca tutarak durdurdum. "İyi görünmüyorsun ve sen iyi olana kadar da hiçbir yere gitmiyoruz." Ares beni iterek tekrar ayağa kalkmaya çalıştı ve ben bu kez engel olmadım. "İyi görünmemi bekleyecek kadar güvenli bir yerde değiliz. Burası tehlikeli Mavera, göründüğünden çok daha tehlikeli. Bekleyecek bir dakikamız bile yok. Hemen buradan uzaklaşmazsak neler olabileceğini bilmek istemezsin." Kendimi berbat ve uyuşmuş hissettiğim halde hızlıca ayağa kalkarak Ares'in karşısında dimdik durdum. Fakat Ares benim aksime her an devrilecekmiş gibi görünüyordu. Onu tanıdığımdan beri ilk defa bu haline şahit oluyordum. Benim tanıdığım Ares her zaman dik dururdu. Geniş omuzları ve iri gövdesiyle yıkılmaz bir kaleyi andırırdı ama şimdi kanı çekilmiş, ölümcül bir hastalığa yakalanmış gibi yüzü solgun, vücudu çökmüştü. Benim gözlerim Ares'in üzerinden ayrılmazken onun gözleri Lehte Irmağı'nın dört bir yanını tarıyordu. Bende dönüp ırmağın etrafına bakındım ve kısa bir an gözüme bir şey takıldı. Gördüğüm şeyle birlikte Ares'in koluna tutunup, "Bu da neyin nesi?" diye sormam bir oldu. Ares'in bakışları, benim dikkatimi çeken noktaya döndüğünde, "Hala Traumland'a alışamadın, Mavera." dedi. "Burada hiçbir şey senin gezegenindeki gibi normal değil. Ya da bir zamanlar yaşadığın o gezegen gibi fani değil." Kısa bir an durdu ve derin bir nefes aldı. "Burası Lehte Irmağı. Bir ucu Ölüler Ülkesi'ne, bir ucu da Kabuslar Ülkesi'ne açılır." Ares elini kaldırıp işaret parmağıyla Lehte Irmağı'nın simsiyah renkli ve üzerine sisin çöktüğü, taşlık, kuru otlarla kaplı olan üst kısmını göstererek, "Kabuslar Ülkesi'ne akan yer burası." dedi. Sonra parmağı diğer uca kaydı. Burada suyun rengi kan kırmızıydı. Kıyısında kendi gibi kıpkırmızı yapraklı irice ağaçlar uzanıyordu. Kıyısını kaplayan çalılıklar, dikenli bitkiler öylesine büyüktü ki, olduğumuz yerden bile oldukça net görünüyordu. Fakat hepsi ölüydü; renkleri soluk ve cansızdı. "Burası da Ölüler Ülkesi'ne açılır." Ares çok normal bir şeyden bahseder gibi tane tane anlatırken ben yutkunmadan edememiştim ama buna rağmen içimde korkuya dair hiçbir şey yoktu. Korkmam gerektiğini düşündüm ama korkmuyordum. Üstelik içimden bir ses bana yaklaşmamı, o sulara girmemi söylüyordu. Merak, içimi kemirirken Ares ona tutunduğum kolumu sıkıca kavradı. O an zihnimden geçenleri duyduğu için beni tuttuğunu anlamıştım. Ares bu kez bana üzerinde durduğumuz kıyıyı ufak bir baş hareketiyle işaret etti. "Ve bulunduğumuz yer, iki ülkenin buluştuğu tek sınır. Şimdi yürü, bir daha asla buraya yolumuz düşmeyecek Mavera, buraya bir daha adımımızı bile atmayacağız. Burası hayatın boyunca görüp görebileceğin en korkunç yer, böyle sesiz, ıssız durduğuna bakma. Burası cehennem Mavera, burası cehennemden bile beter." Ares sustuğunda ağzımı bile açmadım. Sormak istediğim tonlarca soru varken sessizce Ares'in beni peşinden sürüklemesine izin verdim. Çünkü artık ben bile anlamıştım; gidebileceğim hiçbir yer yoktu. Yol bilmiyordum, iz bilmiyordum, Traumland'a hala yabancıydım ve artık Dünya'ya da yabancıydım. Ares'ten başka beni kabul edebilecek ne bir insan, ne bir Traum ne de bir gezegen yoktu. "İlerideki mağarayı görüyor musun? İşte bak, şurada." Gösterdiği yere dikkatlice baktım. Sadece birkaç saniye içerisinde gösterdiği yerin kabus gibi bir gezegene gözlerimi açtığım o korkutucu mağara olduğunu anlamıştım. Adımlarımı sertçe durdurduğumda Ares beni çekiştirdi. Onun gücü karşısında bir iki adım daha atsam da sonunda onu da durdurmayı başardım. "Sakın bana beni oraya götüreceğini söyleme." dedim Ares'e. Ona olan bakışlarım aniden koca bir alev topu gibi öfkeyle kabardı. "Tüm bu kabus o mağarada uyanmamla başladı. Hayır, hayır asla oraya tekrar adımımı atmayacağım." Ares'in kolumu tutan elini sertçe savurdum. "Güzel. O halde sözümü kesmeyi bırakıp beni dinlesen iyi edersin. Sakinleş tamam mı, seni oraya götürmeyeceğim. Fakat o mağaranın eteklerinden dolaşmak zorundayız, çünkü buradan çıkmanın tek yolu önce o mağarayı geçmek. Burada güçlerimi kullanırsam Koruyucu Erica izimi bulur ve yakalanmam sadece birkaç saat sürer."
"Güçlerini kullanacak kadar da iyi görünmüyorsun zaten." Ayağımın ucuyla Ares'in bacağını hafifçe dürttüm. "Beni kurtarmak için çok uğraşmış gibi bir halin var." Ares bana dikkatlice baktı. "Seni kurtarmak için uğraşmak mı? Mavera, seni hayatta tutabilmek için neleri göze aldığımı bir bilsen..." Ona tek kaşımı kaldırarak baktım. "Bilmek istiyorum." dedim ama Ares bana hızla sırtını döndü. "Bilmene gerek yok." dedi. "Sonunda hayattasın işte, gerisi önemli değil." Ares yürümeye başladığında yine onu takip ederek attığı her adıma eşlik ettim. Onun iri adımlarını takip etmek oldukça yorucu olsa da duraksamadım. Çıplak ve iri omuzlarına bakmamak için kendimle verdiğim savaş, onun adımlarını takip etmekten çok daha zordu. "Nasıl olsa öğrenmenin bir yolunu bulacağım Ares." dedim ona. "Ölü ya da diri, her ne şekilde olursa olsun gezegenine göndereceğin kız için nelerden vazgeçtiğini elbet öğreneceğim."
"Uslu bir kız ol Mavera. Önemsiz şeylerle uğraşmayı bırakıp kendini düşünsen iyi edersin çünkü henüz yaşadığın şeyin sende nasıl bir iz bıraktığını bilmiyoruz."
"Ne tür bir canavara dönüştüğümü bilmediğimizi mi söylüyorsun? Ah, evet haklısın."
"Sen bir canavar değilsin, Mavera. Saçmalamayı bırak."
"Kabul edelim Ares, ben bir canavarım. Ya da içimdeki canavarın kabuğuyum. Her ne olursam olayım, eskisi gibi olmadığımı biliyorum. İçimde kıpırdanıp duran bu şeyin ne tür bir şey olduğunu bilmiyorum evet ama beni tüketecek bir canavar olduğunu biliyorum."
"Saçmalamayı bırakmanı söylemiştim! Biraz daha devam edersen seni susturmanın yolunu biliyorum ve bu yol, eminim hiç hoşuna gitmez."
Ares usulca bana doğru döndü ve aramızdaki mesafeyi kapatarak tam dibimde durdu. "Sana ne olmuş olursa olsun, ben her zaman tam burada duracağım. Senin dizlerinin dibinde, ayaklarının ucunda ve gözlerinin baktığı her yerde."
"Buna mecbur değilsin." diyerek bir adım geri çekildim ve Ares'ten gözlerimi kaçırdım.
"Başıma gelenlerin sebebi sen değilken neden beni canın pahasına koruyacaksın ki? Zaten günlerdir beni hayatta tutmak için kendini tükettin. Ve seni böyle görmek hiç hoşuma gitmedi. Her neyse Ares, senin sayende hayattayım ama senden daha fazla beni korumanı istemeyeceğim."
Ares, "Mavera," demişti ki konuşmasına izin vermeden, "Bence artık yollarımızı ayırmalıyız Ares." dedim. Sesimdeki katılık derin bir nefes almama neden oldu. "Her şeyin başladığı yerdeyiz. Bırakalım ve her şey, tüm bu kabus başladığı yerde bitsin. Sen yoluna git ve bende kendime bir yol çizeyim ama artık aynı yolda yürümeyelim. Kendimizi kandırmayalım, bunun bir sonu yok. Başıma gelen şeyin bir sonu yok Ares. Ve bunun suçlusu sen değilsin. Ben... Ben bir şekilde hayatıma devam edebilirim, bunu hep yaptım. Yine yaparım. Nerede ve ne halde olursam olayım devam etmenin bir yolunu bulurum ben." Sözlerim bittiği an Ares'in kemikleri parmakları çeneme uzandı ve yüzümü kendi yüzüne çevirdi. Gözlerimin içine bakarken beni de ona bakmaya zorladı ve sonunda savaşı kazanan oydu. Birbirimizin gözlerinin içine bakıyorduk. Ares'in öfkeyle çıkan nefesi yüzüme çarparak dağılırken boşta duran eli bileğime uzandı ve o an ben küçük bir çocuk gibi titredim.
"Kader nedir bilir misin?" diye sordu bana. Öfkeyle bağırmasını beklerken o sımsıcak bir şekilde fısıldayarak konuştu. Usulca başımı sallayarak, "Evet." dedim. "Traumland'ta kader diye bir kavram yoktur aslında. Çok küçükken, babam bana insanların hayatını anlatırdı. Siz dış dünyalıların yaşamlarını incelemeyi o kadar çok severdi ki, sizin inançlarınız hakkında öğrendiği şeyleri annemle ve benimle paylaşırdı. Gecelerce, gün doğana kadar onu dinlerdik. O zamanlar, bu kader dediğiniz şey benim için kocaman bir saçmalıktı. Ta ki seninle şu dağın önünde karşılaşana kadar." Ares duraksayarak derin bir nefes aldı. "Sen motorumun arkasına oturana kadar ben o kader dediğiniz şeye hiç inanmadım. Babam, 'İnsan ol ya da olma, herkesin bir kaderi vardır.' derdi. Kabul ediyorum, henüz sana ne olduğunu da kim olduğunu da bilmiyorum ve hiçbir fikrim de yok. Ama bildiğim tek bir şey var, sen bana kaderimi getirdin."
"Bu kader değil Ares." dediğimde başını hızla iki yana salladı. "Bu kader." dedi. "Ve sen benim kaderimsin. İnanmadığım o saçmalıksın. Yolunu ayırmaya çalışsan da dönüp dolaşıp beni bulacaksın. Tam burada, her şeyin başladığı yerde aramızdaki bu çekimi, bu bağı yok sayıp arkana bakmadan gitsen de sonunda yine bana geleceksin. Hangi yoldan gidersen git, sonunda o yollar hep bana çıkacak. Bu sadece senin için değil, benim için de geçerli Mavera. Artık yollarımızı ayırmamız için çok geç çünkü biz gerçekten mühürlendik."
"Bunun mümkün olmadığını söylemiştin."
"Eğer gerçek eş değilsen bu mümkün değil evet." dedi Ares. Sonra parmaklarının arasında duran kolumu kaldırarak bakmamı işaret etti. Sahtesini yapmaya çalıştığı hayat ağacı mührünün yarısı kolumdaydı. Orada öylece parlıyordu ve bu sefer gerçekti. Ares usulca kendi bileğini kaldırdı ve benimkinin yanına getirdiğinde ona şaşkınlıkla baktım. Daha öncesinde çok defa görmüştüm. Bileğinde parlayan Traumland'ın sembolü olan o halkanın içine sıkışıp kalan hayat ağacı sembolü tamdı. Ama şimdi öyle değildi, artık yarımdı ve kaybolan o yarısı da benim bileğimdeydi. "Gerçek eş de ne demek." Ares yamuk bir gülümsemeyle bana baktı. "Ruh eşin gibi bir şey." dedi ama sırıtmaya devam etti. "Traumlar, sadece gerçek eşlerini bulduklarında mühürlenebilirler. Bileğimizdeki mühür gerçek eşimizi bulana kadar tamdır. Gerçek eşimizi bulduğumuzda yarıma düşer."
"Bu ne demek oluyor?" Şaşkınlıkla Ares'e bakarken kalbim göğsümden çıkacakmış gibi atıyordu. Nefes almakta bile zorlanıyordum.
"Bu, artık sadece ben yanındayken tam olabilirsin demek. Sadece sen yanımda olduğunda tam olabilirim demek. Az önce de dediğim gibi, bu kısaca kader demek."
Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken hızla Ares'in yanından uzaklaşmaya başladım. Yolu bilmeden koşar adım ilerliyordum. Ares'in beni takip ettiğini hissettiğimden hiç dönüp arkama bakmıyordum. "Bunların hepsi koca bir kabus!" diye söylendim. "Bunların hepsi kocaman bir eşek şakası!" Ares'in arkamdan güldüğünü duydum ama duymazdan geldim. "Peşimi bırak!" diye bağırdım. "Yollarımızı ayırıyorum Ares! Herkes kendi yolundan gitsin."
"Neden hala anlamıyorsun Mavera?" diye öfkeyle bağırdı Ares. "Yanımdan ayrılırsan seni burada yaşatmazlar."
"Peşimden gelmeyi bırak artık Ares! Sana yollarımızı ayırdığımızı söyledim. Zaten beklediğin kişi hiçbir zaman ben değildim. Bu mühür de tam bir saçmalık, eminim ki bu da Arian'ın bir oyunudur. Bu sefer kanmayacağım."
Koşar adım gittiğim yolda resmen düşe kalka gidiyordum. Çalı çırpılar bacaklarımı yara içinde bırakmıştı, ayaklarımın altı zonkluyordu ama durmaksızın ilerlemeye devam ediyordum. Ayağım bir ağaç dalına takılınca tam yüzüstü düşüyordum ki Ares beni yakaladı. Çırpınmaya vakit bile bulamadan Ares ormanın içinde koca bir geçit açmıştı. Toparlanmamı bile beklemeden beni hızla geçide doğru yürüttü. Beni kollarının arasına çekti ve öylece, hiçbir şey demeden geçidin içine atladık.

Gözlerimi araladığımda Ares'e sımsıkı sarılmış bir halde, Ares'in mağarasının içindeydik. Sıcacık su omuzlarıma döküldüğünde korkuyla irkildim ama Ares daha sıkı sarılarak beni sakinleştirdi. "Seni yıkayalım, sonra yaralarını saralım Mvera." dedi Ares. "Canının çok yandığını da çok korktuğunu da biliyorum güzelim ama biraz daha dayan. Birazdan acılarını senden alacağım." Ares sustuğunda mağaranın kapısından bir ses geldi. İkimizde dönüp endişeyle baktığımızda Ares'in habercisi, Kuzgun'u gördüm. İçeri süzüldü ve kubbeli tavanda hızla kanat çırpmaya başladı. Fakat tuhaf olan bir şey vardı; Kuzgun'u duyabiliyordum.
"Asil Yüce döndü! Kayıp Kraliçe döndü!"

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Aug 15, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

TRAUMLAND -DÜŞLER DİYARI-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin