Rüya Selis Alaner,
İnsan zihni yaralarıyla meşhur bir yer. Nasıl sözler karşındakine bir kurşun oluyorsa, düşünceler de öyle zihne bıçak olur. Kalp yarası derler mesela bazıları acıya, bilmezler ki o kalp değil, zihin yarasıdır.
Bir olay olur, gözler görür, diller tutulur ve ilk konuşan hep beyin olur. Belki de o olay, görmek istemediği bir olay olmuşken seni uyaran, algılarını açan ve hareket etmeni söyleyen odur.
Acı beyine göre şekillenir.
Psikoloji de öyle.
Ben Rüya. On üç yaşımdan beri öfke problemleri ve anksiyetemle uğraşıyorum. Doktorum Nehir abla ile. Ancak bazen verdiği ilaçlar, onun istediği şekilde kullansam da bana yardımcı olmuyordu. Bu içimde ki kaçınılmaz öfkeden bir türlü kurtulamıyordum.
Sanki böyle içimden her yeri yakıp yıkmak istiyordum. Belki o zaman geçer, diyordum. Hulk gibi hissediyordum. Yine de şimdi anladım. Bunun daha zararlı olduğunu. Fakat bunu anlamakta bu kaçınılmaz öfkeye bir son vermiyordu.
Anksiyete desen o başlı başına bir dert. Hep insanlar içerisinde olmaktan hoşlanmayan, onlarla iletişim kuramayan -sinirli değilsem tabi- birisiydim. Bu sene biraz daha yenebilmiştim bu durumu. Nehir abla ile en son Nisan ayında görüşmüştük. Durumum iyiye gittiği için bir süre terapilere ara vereceğimizi ancak yine de bir sorun olursa onu aramamızı söylemişti.
İyileşmek... Ben kendimi hiçbir zaman tam anlamıyla iyileşmiş gibi hissedeceğimi sanmıyordum. Bunu en çok kanıtlayan şey ise stresli bir gün geçirdiğimde gördüğüm birkaç saniyelik halüsinasyonlardı.
Nehir abla bunun temelini araştırmak için nörolojiye bile gönderterek detaylı araştırma yapılmasına sebep olmuştu ancak beynim gayet sağlıklıydı. Sorun içindekilerdi. Düşünceler. Anılar.
Kapı çaldığında bakışlarımı yerden kaldırıp kapıya döndüm. "Gelebilirsin!" Diye seslendim ruhsuzca. Kapı yavaşça aralandı ve içeriye kafasını uzatan babamdı.
"Girebilir miyim?"
"Elbette babacım." Dedim yanıma vurarak. Kapı ardına kadar açtı içeri girdi ve tekrar kapattı. Kapı kapandığı an odada sadece ay ışığı vardı. Yarım saat önce uyanmış ve öylece karanlıkta düşüncelere dalmıştım. Eli silah tutan zihin...
Yanıma oturduktan sonra bana döndü. "Ayırdır küçük kabak, neye sıkıldı canın? Apsetmişsin yine kendini karanlığa." Şive ile konuşması beni güldürdü. İstese şivesiz konuşabiliyordu ama şuan büyük ihtimalle beni güldürmek istiyordu. Başarmıştı da.
"Bir şey yok, bugün işte çok fazla yoruldum. Onun yorgunluğu ile uyumuşum öyle."
"Minik kabak," dedi uyarıcı tonda. "Babaya yalan söylenmez, biliyorsun, değil mi?"
"Ama yalan söylemiyorum ki... İlk ciddi işimi aldım. Ve yorucu bir gündü. Baya böyle koşuşturmalı falan yani." Gülümsedim ve başımı babamın omzuna koydum. "Ama iyiyim şimdi." Değildim. "Uyumak iyi geldi bana."
"İnanayım o zaman," dedi ve saçımı öptü. "Kalk ayde aşağıya gel baba kız maç aberleri izleyelim."
"En sevdiğim biliyorsun ama Eflal'e matematik çalıştırma sözüm vardı. Daha sonra yetişirsem izleriz birlikte, olur mu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFDÂL
Teen FictionHayatın içinden söküp getirdikleri ile yaşar, hayallere tutunur, gerçeklerle varolursun. Bir pasta mumunu üflemek kadar kolaydır her şey. Oysa o mumları özel yapandır, dilekler. Bakmayı değil, görmeyi bileceksin bu hayatta. Çünkü bilirim ki: Baktık...