Sarsıntıyla beraber gözlerini açtı. Yarı uyur, yarı uyanıktı. Uzun otobüs yolculuklarını severdi fakat defalarca aynı uzun yolu almak ister istemez insanı yoruyordu. Okula pek uğradığı söylenemezdi. Sebebi biraz tembellik, biraz özgüvendi. Ne zaman dersleri boşladığını hissetse, "İyi ya da kötü, geçerim bir şekilde." diyerek kendini rahatlatırdı. Oysa derslere gitmemesinin altında yatan gerçek başkaydı. Asıl sebep işte şu uzun yoldu. Zira okula gittiği her gün en az üç saati yolda geçiyordu. Arada sırada ve ekseriyetle dönüş yolunda uyukluyordu.
Gözlerini açtığı an son durağa geldiklerini fark etti. Genelde birkaç durak önce inerdi fakat ziyanı yoktu. Eve varması için ikinci bir otobüse binmesi gerekiyordu. İkinci otobüse bineceği durak, şu an bulunduğu son durakla daha çok tercih ettiği önceki durağa hemen hemen eşit mesafedeydi. Kendine gelmek için kollarını hafif yukarı kaldırarak gerindi. Öndeki koltuktan destek alarak belini bir sağa, bir sola çevirdi. Belini her çevirişinde kemikleri kütlüyordu. Üstündeki uyuşukluğu atmıştı işte. Usulca yerinden kalkıp arka kapıdan indi. Her zaman yaptığı gibi elleri cebinde yürümeye başladı. Havanın sıcak yahut soğuk oluşuna aldırış etmezdi. O, her zaman elleri cebinde dolaşırdı. Bir eli dolu olsa bile diğer eli mutlaka cebindeydi. Üstünde ceket ya da mont varsa onun ceplerini, yoksa pantolonunun ceplerini kullanırdı. Bir nevi refleksti bu. Ne zaman oluştuğuna pek emin olamıyordu. Ama doğuştan gelmediğini de biliyordu. Bilhassa lise yıllarında, teneffüs yahut öğle arasında, ne vakit dışarı çıksa bu şekilde yürürdü. Yalnız ya da arkadaşlarıyla birlikte olması da fark etmezdi üstelik. O eller mutlaka cepteydi ve tabi ki kravat biraz boşta, gömlek pantolonun dışında. Yürürken ellerini sürekli cebine soktuğunun farkına vardığı o ilk an, neden bu şekilde dolaştığı üzerine kafa yormuş ve kendince bu konuda bir teori bile oluşturmuştu. Şöyle ki çoğu insan ellerini nereye koyacağını bilemezdi. O da bilmiyordu. Bu sebeple vücudu bu bilinmezliğe karşı bir savunma mekanizması geliştirmişti. Bu şekilde yürümenin kendisine kattığını düşündüğü "serseri şair" havası da cabasıydı.
Otobüsten henüz inmiş, bir gece önceki yağmurdan dolayı hala ıslak olan kaldırımda ilerlemeye başlamıştı. Yürürken kaldırım taşlarının çizgilerine basmamak için muazzam bir gayret gösteriyordu. Şu an zihni tamamen bununla meşguldu. Derken birisinin bağırdığını duyar gibi oldu.
-Genç adam! Genç adam!
Sesin hangi taraftan geldiğini tam olarak anlayamadı. Muhatap kendisi miydi onu da bilmiyordu fakat etrafına bakınma gereği hissetti. Arkasını döndüğünde otobüs şoförüyle göz göze geldiler. Elinde siyah bir postacı çantası tutuyordu. Şoför, "Çanta senin herhalde." dedi. Bizimki, o ana kadar eksikliğini hissetmediği çantasını şoförün elinde görünce ister istemez tebessüm etti. Tebessümünün sebebi kendi dalgınlığından çok şoförün durumu fark edip arkasından gelmesiydi. Çoğu kimse otobüse binerken şoförün yüzüne bakmaz. Ama bu onların da yolcunun yüzüne bakmadığı anlamına gelmiyor tabi. Görünen o ki şoförümüz sık sık gördüğü bu genci hafızasına iyice kazımıştı. Boş koltukta duran çantayı alıp dışarı çıktığında, çantanın, biraz ileride ellerini montunun cebine sokmuş ve adeta dans ediyormuş edasıyla yürüyen gence ait olduğunu anlamıştı. Çantasını almak için geri dönen "genç adam", bu defa kaldırım taşlarının çizgilerine pek de aldırış etmedi. Yüzündeki tebessümle birlikte şoföre, "Çok sağ olun, zahmet verdim." dedi. Şoför, "Daha dikkatli olmalısın genç adam. Yabancı birisi alıp götürür, değerli bir eşyan varsa yazık olur." diyerek karşılık verdi. Ardından dönüp harekete saatini bekleyen diğer iki şoförün yanına döndü.
Çantasını sağ omzuna asarken bir anda "değerli eşya" sözü geldi aklına. Çantada öyle değerli bir eşya yoktu. Bir ders kitabı, ortasından katlanmış birkaç kağıt, ikisi mavi ve biri siyah olmak üzere üç kalem ve Cemal Süreya'ya ait bir şiir kitabı... Her ne kadar şiirlerin ölçü ve kafiyeyle yazılması gerektiği fikrini savunsa da Cemal Süreya şiirlerine sarmıştı son günlerde. Bazen etkileyici birkaç dizeye denk geliyor ve hemen ezberliyordu. Okuyup birilerini etkilemek için değil yalnızca aklından geçen onca şeyi birkaç dizeyle özetleme kabiliyetine sahip oldukları için ezberliyordu bu dizeleri.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mükemmel Bir Hayat Oldu
General FictionHer birinizin lanet bir hayatı var, birkaçınızın mükemmel...