HETEROKROMİ

71 4 0
                                    

Ruslan, henüz yirmili yaşlarının başında bir gençti. Yalnız yaşıyordu. Babasını, yüzünü hatırlayamayacağı kadar küçükken kaybetmişti. O yüzden babasının hiçbir fotoğrafına bakmazdı. Bakamadığından değil, eskiye takılıp kalmak istemediğinden uzak duruyordu fotoğraflardan. Üniversiteye başladıktan iki ay sonra ise annesi ölmüştü. Yalnız yaşamaktan şikayet etmiyor; aksine kendini daha rahat hissediyordu. Bazen arkadaşlarında kalır, eve günlerce uğramazdı. Evde hesap soran birileri olmadığından istediği zaman, istediği yere gidebiliyordu.

Yalnızken biraz durgun, onun dışında ise oldukça neşeliydi. Dostlarının yanında daha da açılıyordu. Kimi zaman kendi kendine konuşur, güler; böyle yaparken de acaba birisi onu bu halde görse neler düşünür diye geçirirdi aklından. Yürürken, otobüsteyken mutlaka müzik dinler, canı sıkıldığı vakitlerde saatin kaç olduğuna aldırış etmeden uzun yürüyüşlere çıkardı. Gece yürüyüşlerinin yeri bir başkaydı onun için.

Saçları siyahla kahverengi arasında bir tondaydı. Bu yüzden bazı arkadaşları onun sarışın olduğunu iddia ederdi. Sakalını hayli severdi. Saçına nazaran daha koyu tonda, çeneye doğru geldikçe daha uzun bir hal alan, kendisine hayli yakıştırdığı sakalları vardı. Sol şakağında, yalnızca çok dikkatli bakışların farkına varabileceği bir yara izi mevcuttu. Parktan eve kadar ağlayarak, kanlar içerisinde yürüdüğü günü hiç unutmazdı.

İnsanların aşina olduğu bir ismi yoktu. Bu sebeple sadece sıradışı bir isme sahip olan insanların anlayabileceği sıkıntılar yaşıyordu. Sürekli aynı sorularla muhatap oluyordu. Adını öğrenen birinin sonrasında yönelteceği soruların sırası dahi değişmezdi. "Adın ne? Anlamı ne? Rus musun? Rusça biliyor musun?" Bu yüzden yeni tanıştığı insanlara soru sorma fırsatı vermeden, ilkin kendini tanıtıyor; tek bir cümlede cevap veriyordu tüm bu sorulara. "Adım Ruslan, Rusya'da doğdum, Rus değilim." Evet, Rusya ile bir bağı vardı. Annesinin anlattıklarına göre asıl doğum yeri Rusya'ydı. Ancak resmi kayıtlarda Azerbaycan olarak görülüyordu. Azerbaycan'da geçen birkaç çocukluk yılını hayal meyal hatırlıyordu. Dolayısıyla Rusya'da doğduğu rivayetine de pekala inanıyordu.

Pala'yla konuştuğu (daha doğrusu Pala'nın konuştuğu ve kendisinin dinliyormuş gibi yaptığı) akşam eve döndüğünde hemen uyudu. Kıraathaneden çıkarken, girmeden önce dışarıda unuttuğu çanta ve paket, Pala ikaz etmese öylece sabaha kadar yatardı bir köşede. Ertesi sabah istemeye istemeye erkenden uyandı. Kabaca bir kahvaltı yaptı. O gün derse giderken, aldığı yeni gömleğini giyecekti. Bir hevesle giyindi. Gömleğinin sol, üst tarafındaki cebine elini atana dek her şey yolundaydı. Ne zaman ki elini gömleğinin cebine soktu, yüzü asıldı. Alırken kontrol etmemişti fakat cebinde yapışkan bir şey vardı. Üstelik yıkamayla geçecek gibi de görünmüyordu. Oflaya puflaya çıkarırken gömleği, sağ koltuk altında bir serinlik hissetti. Çıkarıp bakınca bir yırtıkla karşılaştı. Artık değiştirmekten başka çıkar yol yoktu. Okul dönüşünde değiştirmeye karar verdi. Gömleği paketine yerleştirdi. Askıdan başka bir tanesini alıp giydi. Çok geçmeden sağ omzunda çantası, sol elinde paketi, yola koyulmuştu. Bir buçuk saatlik yolculuğun belki de en kayda değer kısmı, "Gemlik'e doğru denizi göreceksin, sakın şaşırma!" dizelerinin bulunduğu tabelayı görmekti.

Otobüsten inip denizin serin havası eşliğinde dalgaları izleyerek yaklaşık on dakika kadar yürüdü. Nihayet fakülteye gelmişti. Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi... Her zaman olduğu gibi öncelikle kantine uğrayacaktı. Tanıdık birkaç sima görmeyi bekliyordu. İçeri girdi. Girmesiyle gözlerinin sulanmaya başlaması bir oldu. Dışarıdaki serin havadan içerideki sıcak havaya geçince gözleri böyle bir tepki vermişti. Sulu gözler ve kızarmış yanaklarla kantin kapısının önünde dikilip masaları taradı. Daha iyi görmek için gözlerini kısıyordu. İçerideki boğuculuğu daha kapıdayken hissediyordu. Elinde olmadan kantini, dün akşam uğradığı kıraathaneyle kıyasladı. Şu kantin, Pala'nın Yeri'nden sadece birkaç masa fark edecek kadar büyüktü. Zaten kimseye yetmiyor, öğrenciler bilhassa sınav dönemlerinde boş yer bulabilmek için adeta birbirleriyle yarışıyorlardı. Sonunda beş kişinin oturduğu bir masa gördü. Hemen o tarafa yöneldi.

Mükemmel Bir Hayat OlduHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin