•Yedi

49 9 3
                                    

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen...iyi okumalar.

.

Evet şimdi ailemin anlamaz bakışları üstümdeyken ne yapacağımı kestiremiyordum.

Muhafızlar birden kollarıma girdiklerinde yukarıya doğru havalandım.

Annem hemen çıkıştı.

"Nereye götürüyorsunuz oğlumu?!"

Babam sadece izliyor ağabeyim ise muhafızlara engel olmaya çalışsada nafile.

Muhafızlar hareketlenip evden çıktılar. Sanırım at arabasına gidiyorlardı.

Jimin muhafızları atlattığını düşünsede maalesef ki şuan olduğum duruma bakarsak hiç deie öyle görünmüyordu.

Sanırım zorlu bir süreç beni bekliyordu.

.

Saraya giriş yaptığımızda Kralın tahtına yaklaştık. Birden kükredi bana karşı.

"Sen kimsin?! Sen kimsin de benim oğluma yakın olabilirsin ha?! Bu ne cürret!"

Cevap vermeyince yine sesini kulaklarımı tırmalayacak şekilde konuştu.

"Zindana atın bunu! Yemek, su vermeyin! İşkencelere başlayabilirsiniz."

Muhafızlar tam beni götürken Jimin geldi.

"Baba yapma ne olursun. Yapma onum suçu yok. Lütfen. Ben yaptım. Ona ben yaklaştım."

Kral Jimin'e bir tokat indirdiğinde öfkelendim.

"Dokunma ona! Yalan söylüyor ben yaklaştım ona!"

" Hayır ben yaptım diyorum dinleme onu."

Kral Jimin'i kenarıya sert bir şekilde iterek konuştu.

" Sen ne zamandır işime karışmaya başların! Götürün bu köleyi zindana! Hemen!"

İşte benim hazin sonum böyle gelecekti. Ama bilmiyorlardı ki ölmeyi ne kadar istediğimi.

.

Zaman artık bana yabancı olmaya başlamıştı. Sanırım günlerdir ya da haftalardır buradaydım. İşkence görüyordum. Her yerim kan içinde, kafamı kaldıracak dermanım yoktu.

İçeriye muhafız girdiğinde sanırım yine kanlar konuşacaktı.

Ama gelip elime bağlı olan zincirleri çözmeye başlayınca şaşırdım.

"Ne oluyor? Neden çözüyorsun? Öldürürsünüz diye umut etmiştim. Ama ne yazık oldu."

"Serbestsin. Kral emretti."

Garip bit şekilde hah nidası çıkardım.

Bana dışarıya kadar eşlik ettiler kapının önme fırlatıp bıraktılar.

'Sağolun ya' der gibi vaktım. Sonra ayaklanmaya çalıştım ama nafile. Bacakkarım tutmuyordu. Zorlana zorlana ayağa kalkıp evin yolunu tuttum.

Evde de işkence gibi sorular ve bağrışmaları duyacağıma emindim ama direk odama geçmeyi planıyordum.

.

Eve geldiğimde annem üstüme atlayıp sarıldığında ellerim havada kaldı.

Ne olmuştu ona böyle. Bana acımışmıydı?
Acımasın bana acınmaktan hiç haz etmiyordum. Kendime gelip onu üstümden ittim.

"Ne oldu sözde oğlunu kaybetmekten mi korktun. Şu hiç sevmeyi denemediğin?"

"Oğlum ö-öyle deme ben seni-"

"Beni ne?! Beni ne anne beni ne?! Siz bana ancak nefret duygusunu tattırdınız. Bana seni seviyorum deme! Bana senden nefret ediyorum de! Keşke olmasaydın de anne! Bana seni seviyorum kelimesi çok uzak!"

Annem karşımda sarsıla sarsıla ağlamaya başladığında. Ona tek bildiğim şeyle baktım. Nefretle.

Odama acıyla adımladım. Sadece yatmak ve günlerce uyuyup, rüyamda Jimin'imi görmek istiyordum.

Düşüncelerim arasında gözlerim uykuya teslim oldu.

.

Uyandım ama neden? Bu soruyu boş verip ayağa kalkmaya çalıştım cidden her yerim sızlıyor ve ağırıyordu. Sanırım sadece yatmam gerekti. İyileşene kadar.

Aklıma sahil geldi. Ne zaman görebilecektim Jimin'i. Özlemiştim şimdiden Jimin'i.
Yarın ilk işim sahile gitmekti.

Şimdi ise üzerimde olan ağrı ve sızıyı bir nebze olsun azaltmak için gözlerimi uykuya kapattım.

Hemen sabah olmasını istiyordum.

.

Gözlerimi güneş ışığına tepki vermesiyle kıstım. Sonumda sabah olmuştu. Ayağa kalkmaya yeltenmemle vücuduma ağrı gitmesi bir oldu. Ama bu sahile gitmemi engellemeyecekti.

Ayağa kalkıp içeriye doğru sarsık bir yürümeyle gittim. Annemin daha yeni kahvaltı masasını hazırladığını görmemle saatin erken bir vakit olduğunu anladım.

Sandalyeyi çekip oturduğumda annemin acı dolu bakışı üstümde gezindi.

"Hazırlansan iyi olur. Saraya gideceğiz."

Kafama sonradan düşen jetonla gözlerimi açtım. Artık sarayda çalışacaktım. Lanet yaşıma girmiştim.

Kahvaltı masasında olan şeylerle atıştırıp anneme seslendim.

"Kısa bir işim var hemen gelirim. Afiyet olsun."

Hızlıca kalkıp kapıya doğru gittim. Hızlıca kapıyı açıp sahile doğru adımlarım.

Sahile geldiğimde kimseyi göremedim. Ama yerde bi kağıt parçası vardı.

Kağıta doğru yürüdüm. Elime aldığımda ismimi gördüm. Gözlerimin fal taşı gibi açıldığını birkaç saniye sonra farkettim.

Mektubu açtığımda okumaya başladım;

Bazen her şey çok güzel ilerlerken bir anda tepetaklakhissettiğin olmuştur. Şuan o anlardan birini yaşıyorsun Yoongi.

Biliyormusun sana çok güldüm. Benim gibi bir Prensin senin gibi aciz bir köleyle sevgili olabileceğini düşünmen ciddi anlamda çok acınası.

Gözümden düşen yaşa engel olamadım. Bu yaş beraberinde onlarca yaşı getirdi.

Sadece birkaç söz parçanı sahte bir şekilde övdüm. İnan bu kadar kolay ağıma düşeceğini düşünmedim.

Sarayda babam benden işkillenmesin diye öyle davrandım. Umuda kapılma. Sende bana ciddi anlamda kapılmışsın ha. İnan bunu kahkahalar içinde yazıyorum.

Neyse seninle yazıdan bile olsa konuşmak istemiyorum. En iyisi oldu. Sen işkence görürken ben seni kahkağalar içinde izlemek çok zevkliydi. Gerçekten acınasısın Min Yoongi.

Küçük Prens Park Jimin~

Ne beklemiştim ki o dediği gibi bir Prens, bense aciz bir köleydim.

Ama artık çok geçti ben ona kendimi çokça kaptırmıştım. Gözümdeki yaşların sonu gelmeyecek gibiydi. Sadece oturup sarsılarak ağladım.

En sonunda kakmayı başardım. Saraya gitmemiz gerekiyordu. Babam geç kalırsam günümü burnumdan getireceğini bilerek hızlandım.

Hızlı adımlarla eve doğru gittiğimde babamla göz göze geldim.

"Sen gelmiyorsun. Kralımız gelmeni uygun görmedi."

Peki bu emri kral mı yoksa biricik oğlu Park Jimin mi vermişti?


Princeling // YoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin