✗ 0.6 ; dream

63 9 3
                                    

"Ölü Gelin'e benziyorsun." Gözlerimi okuduğum satırdan çekmeden kaşlarımı çattım. "Daha açık sözlü olamazsın sanırım, sağ ol."

"Ölü Gelin denilince aklına sadece ölü olduğu mu geliyor? Ya da fiziksel özellikleri mi?" Kitaba devam edemeyeceğimi anladığımda kaldığım yeri kaybetmemek için sayfanın ucunu ufacık kıvırıp bıraktım. "Ne gelmeliydi?"

"Ne kadar üzgün olduğu."

Sanki mümkünmüş gibi kaşlarım daha çok çatıldı. "Üzgün değilim, çocuk." Yanaklarımın kızardığını hissediyordum ama utandığımdan falan değil. Ben bir kitap değildim ve duygularımın isteğim dışı dışarı dökülüp gitmesini istemiyordum.

Üstüne geçirdiği siyah kazağın sökülmüş ipleriyle oynadı. Gözleri bendeydi. "Doğru. Üzgün olmaktan çok kızgınsın. Fakat yine de üzgünsün, Ölü Gelin." Sıktığım yumruklarımı gevşettim. Gerilmeyecektim. Hem salaklık edip inkar etmenin bir anlamı da yoktu. Doğruydu, değil miydi sanki?

"Seninle tartışmayacağım." diye homurdandım. Terslemelerime aldırıyormuş gibi gözükmüyordu. Buraya geleli 5 gün olmuştu ve ne ben onun adını, ne o benim adımı biliyordu. Sanırım o söylemeden söylemeyecektim. Hem bu şartlar altında bir önemi olduğunu da sanmıyordum.

Yine de birinin varlığı güzeldi.

Kafamı hafif sağ omzuma yatırdım. "Kaç yaşındasın?" 5 gün boyunca hiç güldüğünü görmemiştim ama kısa bir an güler gibi oldu. "İlk defa isimden önce yaş sorulduğunu görüyorum."

Omuz silktim. "İsmin şu an sana ait olan sayılı şeylerden biri. Akıl sağlığın bile başkalarının ellerinde. O yüzden sormadım, istediğin zaman söylersin ya da hiç söylemezsin. Sana kalmış. Aynı şey benim için de geçerli." Suratındaki o ifade tamamen silindi ve onayladığını gösteren şekilde başını salladı. "Haklısın."

"Yaşını söylemeyecek misin?"

"24." dedi beklemeden.

"Üniversiteyi bitirdin yani, değil mi?" Kafasını salladı. "Geçen sene. Hazırlık da okumuştum. Gerçi öyle okuyunca ayakta alkışlanan bir bölüm okumadım. Mezun olunca Shakespeare olunmuyormuş."

"İngiliz Dili demek..." diye mırıldandım. İçimde bir hayranlık baloncuğu belirdi ama onu hemen patlattım. "Üzülme, belki Dickens olursun sen de." Yine gülmek isteyen ifadesi suratına yerleşti, bunu isteyerek yapmadığına emin gibiydim. "Sen kaç yaşındasın?"

"20." Az önce ona çocuk diyene bakın. "Gazetecilik okuyorum... Okuyordum." Havanın kararmaya başladığını fark ettim. Batan güneş, arkamdaki duvara turuncu bir ışık olarak vuruyordu.

"Daha bitmedi." dedi ben gözümü pencereden çekmezken. "Belki çıkarsın, Ölü Gelin. Benim dışarıda yapmam gereken bir şey kalmış mıdır, bilmiyorum. Hayatıma manik depresif bir yazar olarak devam edip ben öldükten sonra değerlenen kitaplar yazabilirim. Ama senin daha yapacağın çok şey var." Alt dudağım istemsizce titredi.

Sanırım şu an gerçekten üzgündüm.

Çok az.

"Buradan bir çıkış yolu varsa bile... O yol bu oda gibi güneş görmüyor. Ben sanırım umudumu-" Kestim. Ama dışımdan söyleyememiştim.

Onun kaybedeceği hiçbir şey yoktu çünkü hayatını en azından bir dönüm noktasına kadar yaşayabilmişti.

Benim kaybedecek hiçbir şeyim yoktu çünkü ben hiç yaşayamamıştım.

house of cardsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin