2 gün, ellerimden hızla akıp gitmişti. Son akşam yemeğimiz faciaydı çünkü yavanlığına alıştığım yemekten öte hiç konuşmamıştık. 2 gün boyunca boğazımda koca bir yumruyla oturdum ve konuşmamak için sürekli onu yuttum. Konuşsam rahatlayacağımı biliyordum ama son ağlama krizimden sonra, o krizi duyduğuna emindim, tekrar ağlamak en son istediğim şey bile değildi. İhtimal değildi. Bu kadar güçsüz biri olmadığımı kendime hatırlatmam gerekiyordu.
Birine, bir şeye bağlanmanın asıl kaçıklık olduğunu.
Belki de bu durumu doktoruma uzun uzun anlatmalıydım. Hissettiğim şeyin tıbbi bir adı olmalıydı. Belki bu sefer deli gömleğimi merasimle giydirirlerdi ve ilk kıdemli deli olurdum.
Gözlerimi yumdum ve başımı duvara vurdum. Küçük valizim kapının yanında kaderini bekliyordu, aynı sahibi gibi. Biri beni tutup baş aşağı sallasın istiyordum. Kendine gel, özgür olmak üzeresin. Çıkış kapısına bu kadar yakınken son düzlükte nefesini kontrol edemiyorsun! demeliydi biri. Kaldı ki onun hayatında hiçbir değişim olmayacağı açıktı. Ya da değildi. Bilmiyordum. Dün söyledikleri hâlâ aklımın bir köşesinde duruyordu. Belki bir şeyler daha söylese onları da himayem altına alabilirdim.
Ama her şey koca bir sessizlikten ibaretti.
"Hey!" Yemeğimin son lokmasını yuttuktan sonra ağzımı açtığıma pişman olmuştum. Bozulmaması gereken bir şeyi bozmuş gibi hissediyordum. "Mektup yazmayı biliyor musun? Yani tabii ki biliyorsun, edebiyat okudun sonuçta. Tabii bu okumasaydın bilmeyeceğin anlamına da gelmiyor, yüzyıllardır bodrum katında yaşamıyorsun." Ekmek boğazıma kaçtı. "Her neyse."
"Sen rahat olursan ikimiz de rahat olacağız." Bu adam annesinin karnından 54 yaşında olarak çıkmış olmalıydı. Ağzındaki baklayı çıkar Nisan. "Demek istediğim, yani sorduğum, acaba dışarıdayken sana mektup yazsam okur musun? Ya da yırtar mısın, ne bileyim tuvalete atıp üzerine sifon çeker misin?"
Kaşığını tepsiye bıraktı. "Nisan, bence hayatını yaşamaya bakmalısın. Biz Bonnie ve Clyde değiliz, senin parmaklıkların ardıyla da, onun ardındaki kişiyle de işin kalmadı." Kaşlarım istemsizce çatıldı ve yaslandığım duvardan doğruldum. "Bonnie ve Clyde'ın bir bağı vardı ve iki suç ortağı olmaktan kesinlikle ötede bir yerdelerdi, beraber öldüler." Kollarım göğsümde birleşti. "Ayrıca evet, Bonnie ve Clyde değiliz, sadece mektuplarımı okur musun diye sordum, cevap olarak herhangi bir mektup bile istemedim ve hayatımla ne yapacağım sadece beni ilgilendirir. Buradan çıktıktan sonra kendimle beraber bir camdan aşağı bile atabilirim."
Bu sefer kaşlarını çatan kişi oydu. Buradan çıkmadan önce istemeden bir çatışma yaratmıştım. Sadece biraz daha konuşmak istemiştim. "Sana söyledim. Önünde bir hayat olduğunu ve küçük bir çocuk gibi elinin tersiyle itmekten başka bir şey yapmıyorsun. Kim kendisine, hayatından çalınan 6 ayı hatırlatan birine mektup yazmak ister? Aklın alıyor mu senin?"
"Sanki sadece bundan ibaretmişsin gibi." İçimde bas bas bağıran bir cümle olsa da sadece bir mırıltıyla söylemiştim.
"Ne?"
Kahkaha attım. Tamamen sinir bozukluğuma veriyordum. "Sanki, sadece bundan ibaretmişsin gibi! Sen beni öyle görüyor olabilirsin ama ben sana öyle bakmıyorum. Ben seni nasıl görüyorum anlama diye sana bakamıyorum bile."
Bitmiş tepsiyi önümden ittirip yerden bir hışımla kalktım, az kalsın düşüyordum. Elinin beni tutmak için görsem de havada asılı kalmıştı. Yatağın ucuna tutunup dengemi kurduktan sonra başka gidecek bir yerim olmadığından pencerenin önüne çöktüm.
Görünmez olduğunu unutuyorsun, Nisan. Gözlerine baktı diye seni anlamadı. Sadece bakacak başka bir şeyi kalmamıştı.
Birkaç dakika sonra gelip sesini çıkarmadan yanıma oturdu. Omzum omzuna değiyordu ama uzaklaşmadım. Elinde birkaç tane kağıt tuttuğunu bana uzatana kadar fark etmedim. Önce yüzüne bakıp almaktan kaçtım ama o da bakmayı sürdürünce kağıtları kucağıma koydum. "Bunlar ne?" Yaklaşık 15-16 tane kağıt vardı ve gördüğüm kadarıyla hepsi İngilizceydi ve elyazısıyla yazılmıştı. En üstteki kağıdı okumak için yüzüme yaklaştırdım. Arkasından diğer kağıda da aynı şeyi yaptım. Diğer kağıda da. Her kağıt diğerinin kaderini tekrar ediyordu.
Bu kağıtlar, öylesine yazılmamıştı. Okuduğu kitapların sevdiği alıntıları yazmıyordu.
Kağıtlarda ben vardım. Beni anlatıyordu.
Beni.
Görünmez Nisan'ı.
Başlıklar değişiyordu, olay örgüsü değişiyordu, kahramanlar... Ama ben değişmiyordum. Hepsinde vardım.
"Bunlar senin hayatın. Hepsi. Yazdıklarım da senin, zihnimde yazılmayı bekleyenler de, henüz yazılmayanlar da. Buradan çıkınca bir hayatın olacak, yeni bir sayfan değil, yeni bir hikayen. Merkezi sen olduğun sürece beni nereye istersen oraya koy, senin için orada olurum."
"Hep böyle yapıyorsun!" Sesim ağlamaklıydı. Kağıtları sımsıkı tutuyordum sanki öyle tutmazsam benden alınacaklarmış gibi. Konuşmaya devam etmedim, o da sormak istese bile sormadı.
Belki ben de onu yazmalıydım.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.