"Kıyafetlerim, diş fırçam, uğurlu oyuncağım, yanıma alacağım kitaplar, sana bırakacağım kitaplar..." Valizimi sabahtan beri 4 defa boşaltıp doldurmuştum ama hâlâ bir eksik var gibi hissediyordum ve tekrar tekrar yoklama alıyordum.
Ben bunları yaparken arkamda bir tebessümle beni izlediğini biliyordum. "Benim bir tahminim var. Kendini unutmuş olabilirsin. Zira kendisi hangi deliğe girdiyse hemen gelmezse keçileri kaçıracak gibisin."
"Ah, evet." dedim oturduğum yerden başımı kaldırıp. "Tam üstüne bastın. Eksik olduğumu fark eden tek kişi ben değilmişim."
"Dışarıda demirlere konan kuş bile fark etmiştir."
"Hahaha." Çok keyifsizdim. Çok mutsuzdum. "Akbilimde kaç kuruş kaldığını hatırlamıyor olmam bile büyük bir sorun benim için şu an. Sil baştan yürümeyi öğreniyor gibiyim."
Ayakta dikilmeyi bırakıp yanıma çöktü. "Farkındayım. Ama dün anlaştığımızı sanıyordum." dedi yanağıma belli belirsiz dokunurken. "Böylece ikimizin de içi rahat olacaktı. Ben senin mektuplarını okuyacaktım, tuvalet giderlerinden uzakta bir yerde. Ve sana onun cevabını verecektim. Ama sen de bana dışarıdaki hayatında yaptıklarından bahsedecektin. Unutmuş olamazsın."
"Unutmadım tabii ki." Derin bir iç çektim. "Ama... Öyle işte."
Kapı açıldı ve celladım geldi. Evet, evet, celladım! Yanlış duymadınız. Elinde buraya girdiğim gün benden alınan cüzdanımı, çantamı ve montumu tutuyordu. "Al bakalım. Gitme vakti. Acele et."
Yanındaki mavi önlüklü adam valizimi alıp yürümeye başladığında hasta bakıcı da koluma girip beni yürütmeye başlamıştı. Hâlâ F tipi cezaevi sakinleri gibi muamele görüyordum. Açık kapının ardında onun yüzünü gördüm. Ardından sürüklenen adımlarımı zor da olsa durdum. "O da gelse olur mu?" Celladım bana bir bakış attı. Boğazım avuçlarının arasındayken ne kadar güzel can çekişeceğimi düşünüyor olmalıydı.
Ancak benimle laf dalaşına girip keyfini kaçırmak istememiş olacak ki kapıyı kapatmak üzere olan görevlilere baktı. Eh, en azından birimizin günü güzeldi. "Bırakın, gelsin."
Evet. Celladım demiştim. Cellatlar, iyi insanlardır. Sandalyenizi ittirmeden önce son isteğinizi sormak, onların iyi niyetleriyle ilgilidir.
Hazar, yanımda yürümeye başladığında hasta bakıcı yine beni sürüklemeye başlamıştı. Danışmada can sıkıcı resmi birkaç şey imzalattılar. Daha üç gün önce akli melekelerimden emin bile olmayan insanlar, bugün bana yetki veriyordu. Atlas, sırtındaki koca Dünya'yı artık taşımaktan yorulmuş olmalıydı. Zira sallanıyorduk. Dengemiz şaşmıştı. Her şey bir komediydi.
Bahçeye çıktığımızda içimde az da olsa bir mutluluk yeşermişti. Tohumunu da tabii ki Hazar atmıştı. Sadece birkaç dakikalığına bile olsa aynı duvarların arasında değil, aynı gökyüzünün altında birbirimize bakıyorduk. Onun koluna girmiş bir hasta bakıcı vardı, benimkiyse beni bırakmıştı. Bu durum canımı sıktı. İkimizin özgürlük statüsü artık farklı bir boyuta ermişti ama benimkilere değen gözler hâlâ onundu, hâlâ sadece ona bakmak istiyordum.
Metrelerce sürüklenmeme sebep olan hasta bakıcıya baktım. "Veda edebilir miyim?" Artık haddimi aştığımı düşünüyor olmalıydı ama homurdanarak Hazar'ın kolundaki kişiye kaş göz yaptı ve iki adım geri çekilmesini söyledi.
"Şey... Bunu planlamadım. Yani ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Sadece bu durumdan mümkün olduğunca faydalanmak istedim. İyi yapmış mıyım?"
Güldü. "İyi yapmışsın." Gülüşü, bir iç çekişe benziyordu. "İyi... Yapmışsın."
"Belki de plansız bir şekilde sana sarılmalıyım." Elimdeki eşyaları yere atıp boynuna atladım. O da sıkıca belimi tutmuştu. "Kırmızı balık uçuyor."
"Biraz mesafe!" Arkadan gelen ses bu anı mahvedemeyecekti. Söylediği şeye kıkırdadım ama ağlayacak gibi hissediyordum. "Üşümüyorsun değil mi? Gerçi ceketin üstünde ama üşüyorsan bunları al." dedi cebinden eldivenlerini çıkarıp ellerime yavaşça geçirirken. Cevabımı bile beklememişti. Hareketlerini izledim. İşi bittiğinde ellerimi kendi elleriyle beraber cebime soktu ve beni yavaşça kendine çekti.
"Düşünüyorum da... Acaba ben de plansız, tamamen plansız bir şey yapsam... Sorun olur muydu?"
"Hm? Mesela?" Ne yapacağını benden önce kalbim kestirmiş gibi dört nala koşmaya başladı. Koştu. Ona doğru.
"Mesela... Böyle?" Önce burnumun ucunu öptü. "Ya da böyle." Gözlerimi öptü. Bir damla akıp gitti. "Hatta böyle..." Dudağımın kenarını. "En güzelini de sona sakladım ve bu tamamen plansız. Bilirsin, akıl hastanesindeki insanlar günlerini planlayarak geçirmez. Sanki bunu yapmak, seni tanıdığım günden, saatten beri aklımdan geçmiyormuş gibi..." Ardından dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Önce yavaş, sonra hızlanarak. Anladım, bu bir mutluluk işgaliydi. Sıradan bir şey değildi. Tüm sınırlar kapanmıştı ve kapana kısılışı kabullenip dualar etmekten başka çare yoktu.
Benim sınırlarımda silahlı askerler yoktu ki.
Herhangi birinin gelip bizi irademiz dışında ayırmasını istemediğim için yavaşça geri çekildim. Yavaşça uzaklaştım. Yavaşça eşyalarımı yerden aldım ve çıkışa doğru yürümeye başladım. Her şeyi yavaşça yaptım.
Hoşça kal demedim. Bunu asla yapmayacaktım, kendime söz vermiştim. Herhangi bir vedaya kati suretle karşı çıkıyordum. O yüzden daha fazla arkama bakmadım, önüme döndüm, avucuma sanki komşunun emaneti olarak bırakılmış hayatıma döndüm ve hızlıca yürüdüm.
Hava ne kadar güzeldi.