"Rahat!"
Gür sesli komutanın verdiği emir ile sert botların sesi duyulmuştu anında. Yeni gelen, vatanı için bulunan askerler tüm soğukkanlılığı ama içinin bir o kadar olan sıcaklığı ile komutanlarının vereceği emir için bekliyordu.
İri cüsseli adam askerlerin arasından geçerken sesini bile çıkarmamıştı ama aniden birinin omuzuna sertçe vurup "Sen!" diye bağırması ile konutanından biraz kısa olan çocuk anında gür sesi ile "Ramazan Ateş, Ankara. Emret komutanım."
"Ramazan Ateş sen öldün!" yakın zamanda, tam 3 gün önce verdiği 8 şehitin acısını kendisi hala sindiremese bile diğerlerine bunu yaptıracaktı. Yeni gelenler sen öldün lafı ile korksada diğerleri dimdik, kalplerinde olan acıyla karşıya bakıyordu.
"Karın var mı Ankaralı?" yükselttiği sesi normal ses tonunu alırken kara çocuk "Var komutanım" diyebilmişti.
"Lojmanda mı kalıyor?"
"Evet komutanım-"
"Hemen ara yeni bir ev alsın, lojmanda onu çok fazla tutmayacaklar. Niye? Çünkü öldün!" lafını bitirir bitirmez tekrar askerlerin arasında yürümeye başladı. Çoğu asker yutkunurken diğerleri hala sapasağlamdı. İçleri hariç.
"Anan baban hayatta mı Ramazan?"
"Evet komutanım."
"İyi, cenazeni onlara göndeririz." Hepsi bu sefer ne olduğuna anlam veremeden göz ucu ile komutana bakıyordu. Diğerlerine göre biraz fazla kısa olan çocuğa işaret parmağını uzatıp "Sen!" diye bağırması ile kısa çocuk anında "İsmail Uçar, Siirt. Emredersiniz komutanım!"
"İsmail Uçar, sen öldün!"
Aynı serilik ile diğer çocuğa seslenmesi ile "Hikmet Baytar, İstanbul. Emret komutanım"
"Öldün sen Hikmet!" çocuğun yutkunmasını fark edince anında ona döndü. Alay eder gibi konuşmaya çalışsada ciddi tavrı asla bozulmadan "Noldu asker? Ölüm mü korkuttu?!"
"Hayır komutanım!"
"O zaman nedir bu korkaklığın sebebi?"
"Benim cenazemi verebileceğiniz hiç kimse yok komutanım."
Sesi titreyen çocuk ile dudaklarını birbirine bastırıp acı ile gözlerini kapattı ve tekrar açtı. "Versekte vermesekte geldiğin yer toprak, döneceğin yer gene toprak İstanbullu."
Sıranın sonlarında olan diğer yeni gelen askere seslendi bu sefer. "Serhat Dalmış, Konya. Emret komutanım!"
"Konyalı, öldün sen!" Çocuğun yanından geçtiği anda sorusunu sordu. "Sevgilin var mı Konyalı?"
"Var komutanım!"
"Yok artık, hayırlısı ile başkasına gönlünü verip evlenecek. Öldün lan sen öldün!" Öylece durdu komutan. Diyeceklerini kafasında toparladı ve tekrar dolanmaya başladı.
"Ananız babanız, çoluğunuz çocuğunuz ağlıyor ulan! Karınız al bayrağa sarılmış tabutunuzda 'Gitme!' diye ağlıyor. Çocuklarınız habersiz 'anne babam nerde? 'Ananız kadınların içinde 'Evladım' diye feryad ediyor. Babanız bir köşede herkesten gizli gözyaşlarını akıtıyor ama pişman değil. 'Vatan sağolsun' diyor, Allah oğluma şehit olmayı nasip etti diyor ama ağlıyor."
Gür ve ifadesiz sesi ile konuşurken çoğu eski askerin gözünden yaşlar akıyordu yüz ifadeleri aynıydı. Yerde olan karın üzerine düşen gözyaşı damlasını botu ile ezmişti acımasızca.
"Artık bomba yüzünden çıkmış kolunuzu bacağınızı bir poşete koyarlar, atarlar cesedinizle helikoptere. Ailenize yollarlar. Morgta kurşunlanan bedeninizi silip, kanınızı bembeyaz bez ile silip bezi kirletirler!" Yarısı ağlıyor çoğu kendini tutamasa bile başı dikti. İçinden taktir etti komutanları, başları dik askerlerim diye içinden geçirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSTİHBARAT | GAY
Teen Fiction"Sen hiç yasak oldun mu?" Komutan Azer Silahdar ve İstihbaratçı Yavuz Mert Yıldırım.