- 2 -

268 33 104
                                    

otis rush,
double trouble

"Am biti gibi davranmamalıydın Hakkai."

Gerçeklerin yüzüme vurulması boktandı. Ayık bulabildiğim tek kişi ise Draken'di, ben de yakasına yapışmıştım.

"Am biti ne amına koyayım?"

"Boş ver sen şimdi onu. Ne sikim yapacaksın?" Boş boş yüzüne baktım. Ne bileyim?

"Ne bileyim?"

Gözlerini devirdi. "Otur burada kıçını büyüt o zaman. Mitsuya da kızla üçüncü rounduna çıkar." Şöyle bir süzdü beni, "mal." dedi sonra da.

Burnumu çektim.

Bir yolu olmalıydı. Artık iş ciddiye binmişti ve ben kırgındım.

Draken bunu ciddiye almıyordu çünkü bilirsiniz, on sene olmuştu. Kimse sevgimin bu zamana kadar taze kalacağına inanmazdı. Yalama olduğunu falan düşünüyorlardı sanırım.

Sonuçta, kimse gerçekten de canımın yandığını tahmin etmedi. Hiçbiri, benim de üzülebileceğim fikrine alışık değildi çünkü. Onları suçlamıyordum.

Fakat şimdi, aynaya baktığımda gördüğüm ve beğendiğim o suratın her şeyi yamalı gibi geliyordu.

Bu tanrının bir cezası falan değildi galiba. Ben cidden, onun için yetersiz biriydim. O da en nihayetinde, kendine göre birini, diğer yarısını bulmuştu.

O kişi ben değildim.

Sözlerinden çok, bunu biliyor olmak yakıyordu artık canımı.

Partiden erken ayrıldım. Soğuk havanın beni itelemesiyle çok uzun süre yürüdüm, saat sabaha karşıydı. Gökyüzü aydınlanır gibiydi ve ben delicesine yorgun, bitiktim.

O ve ben birbirimizden ayrıysak, teksek, sorun değildi. Buna dayanırdım. Fakat artık, sadece ben tektim.

Bir tek ben. Aradan yıllar geçecek, herkes mezun olacak, işinin başına geçecekti. Aile kuracaklardı.

Bizim kocaman, büyük ailemiz dağılacak ve onların kendilerine ait çekirdek aileleri olacaktı.

Peki ben? Ben ne yapacaktım?

Ondan bunca zaman boyunca vazgeçememişken bundan sonra da bir şey olacağı yoktu. Kendi yağımda kavrulup gidecek, huzurevi köşesinde çoklu organ yetmezliği ya da şeker hastalığından falan ölecektim.

Ne güzel bir hayat değil mi?

Kendi kendime gülerek iç çektim. Hala daha yanan sokak lambalarından birine yaslanırken başımı gökyüzüne kaldırmıştım.

Benim için başka birini sevme düşüncesi öylesine imkansızdı ki, beş saniyeden uzun bir müddette beynim, bunun hakkındaki fikirlerini tüketiyordu.

Bunu söylemek iki yüzlülük olacaktı, biliyordum. Çoğu, gerçekten seven biri böyle konuşmaz diyecekti, bunu da biliyordum. Yine de bir an içimden geçirdim.

Ona karşı hiçbir şey hissetmemiş olduğum bir hayatı yaşamayı, eğer bu olmazsa da, onun biraz daha az aklıma gelmesini diledim.

"Dileğini gerçekleştirebilirim." dedi o anda, yabancı bir ses. İrkilerek arkamı döndüm, kimseyi göremedim. Başımı tekrardan önüme çevirdiğimde ise karşımda dikilen genç bir adam bulmayı ummuyordum.

Benden çıktığına inanamayacağınız kadar tiz bir sesle çığlık atarken geri sendelemiştim ki, pek kibar biri olduğunu zannettiğim adam, bileğimi yakalayıp dengemi kurmamda yardımcı oldu.

Derin nefesler alırken kocaman olmuş gözlerim ile süzdüm onu.

Kafasında kocaman ve fazlasıyla uzun bir fötr şapka vardı. Omuzlarından aşağı inen, ayak uçlarında ancak bitebilen bir pelerin giyiyordu.

Suratı ise kireçe sokulmuş kadar beyaz ve ruhsuzdu. Yutkundum. Sabah sabah delinin tekine de denk geldiğime göre, görüp de şaşıracağım hiçbir şey kalmamıştı bu dünyada.

Gülümsedi. "İster miydin?" diye sordu. Neyi?

"Neyi?" Sesim titrediği için utanmadan edemedim. Çocuğun cüssesi Mikey'inki kadardı ve biraz zorlasam üç, beş kemiğini kırardım.

Tatlı gülüşü, yerini dolu dolu bir kahkahaya bırakırken başını iki yana sallayıp elini savurdu.

"Az önceki dileğini diyorum şapşal," biraz sonra duraksarken, gözlerimin içine dek baktı ve sessizleşti.

"Eğer istersen, onu biraz daha az sevmeni mümkün kılabilirim." Neler döndüğünü anlayamıyordum ama çocuğun gözlerindeki bakış, hareket etmemi engelliyor ve beyin fonksiyonlarımı sakat bırakıyordu.

"İster misin?" Sorusu, sorudan çok bir komut gibiydi ve ben, onu onaylamak, söylediklerine biat etmek zorunda gibi hissettim. Bedenim tamamiyle buna inanıyordu artık.

Ne renk olduklarını çözemediğim gözlerinin sürekli olarak başka bir tona büründüğünü de, "evet," dediğim anda fark ettim.

Bana güvenilir bir tebessüm daha sundu ve, elini bileğimden çektikten sonra sekerek uzaklaştı.

Evet, bildiğiniz zıplayarak.

wish i never , mitsukkaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin