- 4 -

210 36 25
                                    

softcult,
perfect blue

Hakkai'yi sevmiyordum.

Herkes, ona aşık olmam konusunda ısrarcıydı hep. Böylesi itilmelerin beni, ondan daha da uzaklaştırdığını bir türlü anlamadılar.

Üstelik, onu sevmemek için birçok sebebim de vardı keza.

Hakkai yılışık ve yapışıktı. Yakamı bırakmaz, kıçımın dibinden ayrılmazdı. Kendisine ait olan tek bir hobisi dahi yoktu ayrıca.

Ben rock dinlerdim, o da dinlerdi. Gitar çalardım, o da çalardı. Yapmayı sevdiğim her şeye elini atması rahatsız ediciydi ve o bunun farkında olmasa da, beni kendinden soğutuyordu.

Yine de sevilmeye alışmıştım.

On yıl. Dile kolay on uzun yıldır seviyordu beni. Bununla büyümüş, sevgisinin varlığını hayatımın doğal bir parçası olarak almıştım.

Kaybedene kadar değerini bilmediğim şeylerden biriydi sevgisi. Mızıkçı çocuklar gibi hor gördüğüm o hislere ihtiyaç duyacağımı düşünmezdim ki hiç.

O gün okulda gözlerimiz kesiştiğinde, bir şeyler farklıydı. İlk başta önemsemedim elbette.

Yine de bir şeyler bekliyordum, bilirsiniz. Kahrolmuş görünmesini ummuştum. Şişkin gözler, morarmış bir surat falan. Ama iyiydi.

Hali çok ama çok iyiydi. Koridordakilere gülümsedi. Dersleri bile dinledi. Bana bakmadı.

Oysaki hep bakardı, huyuydu. Gözlerini asla ayırmazdı benden. En sonunda şu sonuca vardım.

İntikam istiyordu.

Kalbini kıracak şeyler söylemiştim, aldatılmış gibi hissettiğine de emindim hatta. Beni görmezden gelerek canımı sıkabileceğini sanıyordu. Aptaldı.

"Ders notu tuttun mu?" diye sordum. Kafeteryaya inmiş, bir masada oturmuştuk. Takemichi ve Chifuyu da ellerindeki kahveleri dökmeden yanımıza gelmekle uğraşıyorlardı ama hepimiz ne olacağını biliyorduk.

İrkilerek gözlerini, telefonundan ayırdı ve bakışlarını üzerime çevirirken sıcacık bir gülümseme sundu. "Tabii," dedi. "Fotokopisini çekeriz çıkışta, sen de alırsın."

Dudaklarımı büzdüm, kafamı sallayarak sessizce onayladım. Fazla sakindi.

Tüm gün böyleydi. Eskisinden bin kat daha huzurlu, mutlu ve neşeli görünüyordu. Mizahşörlüğü de yerindeydi tabii.

Sadece ben şaşkın değildim zaten. Herkes garipsemişti halini. Hepimiz, Hakkai'nin eski hallerine alışıktık.

Hep gözleri dalardı onun. Nedenini umursamadım hiçbir zaman. Onun sıkıntıları beni üzmez, germezdi. Arkadaş olarak dahi görmemiştim belki de.

Şimdi neden aklıma takılmıştı ki?

Benimle ilgilenmeyi bir anda kesmesi normal miydi ki? Emindim, intikam almak içindi hepsi.

O sahte gülüşleri, sanki her şey yolundaymış gibi bakışları... hepsi yalandı.

Yanımda ne zaman birini görse değişik triplere girerdi. Keza o kızla ciddi falan da düşünmüyordum. Büyük bir kayıptı ama, kadınlara fiziksel çekim duyamıyordum.

Biraz da kendime kızgındım bu konuda aslında. Her bakımdan mükemmel kadınlar varken, erkeklerden hoşlanmak ne tür bir ikinci sınıf insan içgüdüsüydü?

Kendi kendime homofobiklik taslayıp durduğum içindi kadınlarla takılmaya çalışmam.

Erkek soyundan nefret edip de erkeklere ilgi duymak zordu. Sebebi anlatamazdım, bilmiyordum çünkü. Hemcinsime böylesi kin tutmam garipti.

Elbette ki, bir açıklaması da vardı. Ama söylemek istemiyordum.

Bir nebze gıcık tavırlarım da bundandı. Hakkai, isteyebileceğim her şeye sahipti. Uzun boy, harika bir vücut, başarılı bir akademik kariyer, müziğe yatkınlık...

Onunla harika bir çift olurduk ve bu beni geriyordu. Sonsuza dek mutlu olabilme fikri, korkutucuydu.

Bu yüzden bir şeyleri bahane etmek, onu kaybedene dek bana çok kolay geldi.

wish i never , mitsukkaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin