henry the lee,
şimdi; bu biraz acıtacakHakkai'nin randevusu vardı.
Kiminle, nerede, neden randevusu vardı?
Bu nasıl büyüydü amına koyayım?
"Gerek yok, o zaman." dedim. "Ben bırakırım kızları okula, yoklama alınmıyor zaten."
Dudaklarını büzdü. "Biraz dinlenirsin diye demiştim," iç çekti. "Yoruluyorsun, tatile ihtiyacın yok mu cidden de?" Tatili siktir et, dedim içimden. Sen kiminle çıkacaksın randevuya?
Histerik bir şekilde güldüm. "Ölünce belki," kendi kendime söylendim. Üstelemedi, normal insanlar gibi.
Sürekli diyorum ama, eskiden olsa bıktırana kadar aynı şeyi söylerdi.
Eskiden ne denli dikkatli ve ilgili tavırları olduğunu şu an fark etmek acıydı. Sürekli, sürekli yorulduğumu söyler ve benim için bir şeyleri kolaylaştırmaya çalışırdı. Benim aksime kızlar, Hakkai'yi çok severdi, bazen onu benden de çok sevdiklerine emindin hatta.
Hakkai onlarla oynar, parka gider ve ödevlerine yardım ederdi. Ben içeride, evin geri kalan tüm işlerini halledebilirdim böylece. Bir an, utandım.
Evli bir çiftten farksızdık sanki.
Salı günü, çocukları okula bıraktım. Sonra da Draken'i alıp okula yakın bir kafeye geçtik. Kahvenin üzerinde dalgalar çizen dumanları izlerken, sesli bir oflama ile irkildim.
"Nasıl bir depresyondasın yine?" Draken'in söylenmeleri meşhurdu ve ondan bir şey saklamak da imkansızdı. Açık konuştum.
"Hakkai biriyle görüşüyor." Anlamazca baktı suratıma.
"Randevu," dedim.
"Hassiktir." dedi. Güldüm. Bence de.
"Sen ciddi misin?" İnanmazlıkla konuştu. "Aynı kişiden mi bahsediyoruz, bizim Hakkai değil mi bu?" Kafa salladım, iyice düşmüştü yüzüm.
"Bu yüzden sabahtan beri bok yemiş gibiydi suratın," iç geçirerek başını yavaş yavaş salladı.
"Olacağı belliydi ama," dedi.
"Çekirge bir zıplar, iki zıplar, üçüncüde sıç-"
"Ne diyorsun amına koyayım?"
Gözlerimi devirdim, kahvemden bir yudum aldım. Daha fazla konuşmadık. Çok geçmedi, aynı esnalarda onu gördüm.
Yanında uzun, siyah saçlara sahip bir oğlan vardı. Yüzünü tam göremesem de iyi göründüğüne emindim. Dişlerimi sıktım, bakışlarımı başka yöne çevirmeye çalıştım.
Garip hareketlerimden olsa gerek, Draken kaşlarını çattı ve aynı şekilde Hakkai'ye baktığım tarafa döndü. Gözleri büyükçe açılırken iç çektim. Ben de şu an öyle bir tepki vermek isterdim cidden.
"Sen ciddisin." diye mırıldandı. Önce şaşırmış olsa da, bir an sonra omuz silkti ve aheste aheste başını salladı.
"İyi oldu aslında," dedi. "En azından istediğin şeyi elde ettin. Bak, bıraktı peşini." Ona ters bir bakış atıp ağzımın içinden homurdandım. Söylediğim hiçbir şeyi ciddiye almayıp da yaptığı bu muydu yani?
Gözlerimi onların üzerinden çekmek, bir raddeden sonra gerçekten zorlaşmıştı. Umurumda olmadığını söylesem de, dikkatini dağıtamıyor veya başka bir şeye yönlendiremiyordum.
Kafede oturduğumuz süre boyunca bir sapık gibi izledim onu. Kahve soğudu, sigara kendi kendine yanıp etrafına acı bir koku saldı ve ben de olduğum yerde çürüdüm.
Akşama doğru eve döndüm. Çocuklar içeride oynuyordu, yemeği ısıttım; kalçamı tezgaha dayarken gözlerimi, duvara diktim. Yemekten yükselen fokurdamaları duyana dek bakışlarımı olduğu yerden çekemedim bile. Zihnim boştu, düşünmek istediğim her şeyi suyun altına sokup boğmaya çalışan bir el vardı sanki kafamda.
Gece boyunca gözlerimi kırpmak zor oldu.
Hakkai artık beni sevmiyordu.
Yeniden ve yeniden bunu kabullenince, yatakta doğruldum. Karanlık odanın içinde, camdan sızan ay ışığının aydınlattığı aynada kendime baktım.
Aferin, dedim. Sonunda başardın. İstediğin de buydu cidden. Şimdi dramatik davranman adil mi?
Hayır, değildi. Hakkai'nin bir başkasıyla görüşmesi de iyi bir şeydi keza. Ben onun beklentilerini karşılayamazdım.
Dikiş dikerdim, başka bir dil öğrenmek benim için oldukça basitti. Gerçekten güzel gitar çalar, bence de harika yemek yapardım.
Ama güzel şeyler söyleyemezdim. Ona ılımlı yaklaşamaz, her sabah da onu görmek istemezdim. Yalnızlığı severdim. Bir süre tek başıma oturup sessizliği özümsemek hoşuma giderdi.
Ben cidden, cidden yalnızlığa hayrandım fakat yalnız kalmayı hiç sevmezdim.
Çok aşağılık olduğunu biliyorum, yine de Hakkai'nin sevgisini yitirdikten sonra gerçekten de yalnız bırakılmış hissetmiştim. O duygu hala sürüyordu. Dünya üzerinde bir başımaydım.
Geri yattım. Hak etmiştim.
Ertesi sabah berbat bir şekilde uyandım. Kızlar yatağın üzerinde zıplayıp durdular. Bu hareketleri bana gerizekalı bir büyücüyü anımsattı ama dişlerimi sıktım.
Apar topar kalkıp hazırlandım, kızları okula götürdüm. Geç kalmalarına sebep olduğum için öğretmenlerinden özür diledim.
Fakülteye döndüm. Son birkaç gündür sabahki derslere giremiyordum. Profesör beni durdurup bir sorun olup olmadığını sordu. Ondan da özür dileyip durumu açıkladım. Kolumu sıvazladı, bana acır gibi baktı.
Kafeteryada kahveyi döktüm, sileyim derken her yer berbat oldu. Etrafı temizleyen kadından, masadan kalkmak zorunda kalan herkesten özür diledim.
Tüm gün, tüm gün özür dilemiştim ama Hakkai hala beni sevmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
wish i never , mitsukkai
Hayran KurguHakkai, onu hiç sevmemiş olmayı diledi. Dileği gerçekleşti. Belki. // not angst, fluff, university au, contains side ships ( bajifuyu, draemma, takemikey etc. ) comedy?