2. BÖLÜM - PART 12

43 7 0
                                    

Şimdi, ay ışığı onun bakışlarından yansıyarak, sadece beni çevreleyen bir ışığa dönüşmüştü.

Bakışlarımı ondan yana çevirmemek için kendimle anlamsız bir mücadeleye girişmiştim. Dolunaya bakıyordum, gökyüzünde ki kocaman kutup yıldızına bakıyordum, minik yıldızları saymaya, gecenin içinde yüzen gemiler, gökyüzüne asılı gibi dururken onları izlemeye çalışıyordum. Ancak onu izlerken en ufak bir his yaymayan o, beni bakışları arasına aldığında kendimi rehin alınmış gibi hissediyordum.

O da böyle mi hissetmişti diye düşünmeden edememiştim bir an. Belki de aynı şeyi bana bilerek yapıyordu ya da gerçekten bakışlarının yerden çıkamayacak kadar büyüm bir derinliğin içinde kaybolmuştu.

Kendimi içeri çekip, pencereyi kapatarak hiçbir şey olmamış gibi yatağıma uzanmayı düşündüm. Bakışlarının altında sıkıştığım daha fark edilir olacaktı onun için. Kaçmaktan farkı yoktu, kaçıyor muşum gibi bir his vermek istemiyordum ama gerçekten uzaklaşmak istiyordum. Yüzüme dokunan soğuk rüzgârın değdiği yanaklarım karıncalanıp, ateş topu ısınmaya başlamıştı. Heyecandan daha çok utanma ve içe kapanık olan duygularımdan dolayı olduğunu düşündüm.

Ama bir şekilde, benimde gözlerim anlık bir refleksle onun gökyüzüne doğru bir yıldız gibi kaymıştı. Arkamızda hiç ışığı yanmayan odalarımızın içinde, birbirine bakarak parlayan sadece ikimizdik sanki.

Yüzünde olumsuz gölgelerine çarptığım bir ifade yoktu. Beni öylece az önce ki boşluğa baktığı şekilde izliyordu. Ben ise aynı şekilde ama bakışlarında daha çok tedirginlikle dolu olan gözlerimi ona diktiğime emindim.

Kısa bir süre böyle geçerken, o bakışlarda gezinen tanıdık kişiye çarpmıştım. Artık birbirimize karşı değil de, omuz omuza bakışıyor gibiydik. Sabah, koru da karşımda oturan kişiydi. Derin uykumdan uyandıktan sonra, aklımda tozlu halde anımsadığım ilk kişiydi. Daha sonrasında hâlâ ne yaşadığımı bilmiyordum. Onun şu an bana bakan yüzü, hafızamda ki silik görüntüye oturarak onu netleştiren tek resimdi. Karşımda duran yüz artık mesafe olarak bana biraz daha yakındı.

Her seferinde birbirimizi bu kadar izleyip, bir kez olsun konuşmamamız ise, birbirimizi dakikalarca izlemekten daha tuhaftı. İyi mi yoksa kötü bir başlangıç mı yapardık emin değilim ve anladığım kadarıyla her ikimizinde bunu öğrenmek için merakı var ama çabası yok gibiydi. En azından benim için şimdilik böyleydi.

Belki ben bir başlangıç yapabilirim diye düşündüm. Ama bu isteğim bir kibritin alevi gibi hemen sönmüştü. Aklıma çok daha eski deneyimlerim gelmişti, hepsinin arkasında ise anlamsızca cesareti ve sevgisi kırılan ben kalmıştım. Tam da bu yüzden her şeyi unuta bilmeyi diliyordum aslında. Tüm her şeyi unutup, yeni bir sayfaya başlamayı istiyordum. Eski anılarla dolu zihnimde ki mürekkebin, yeni bir sayfaya sıçramasını istemiyordum. Öyleyse nasıl yazmaya başlayacaktım?

Gözlerim ondan çekilip, hiçlikle dolu bir nehirin akıntısında kayıp giderken, beni zihnimin içinden çekip çıkaran ve bedenimde ki histerik titremeyi durduran tek şey ondan gelen yoğun ses ve derin sesi olmuştu.

"Bu kadar üşüyorsan, neden içeri girmiyorsun?" Doğrudan yüzüme hatta etrafımızda ki karanlık atmosfere rağmen gözlerimin içine baktığını hissediyordum. Dudaklarından yuvarlanarak sakince bana doğru gelen kelimeleri, onun görüntüsüne göre fazlasıyla olgun çıkan, yoğun ve derin ses tonunda parlayarak kulaklarıma savrulmuştu. Direkt olarak sorduğu soru karşısında afallamıştım ama ummadığım bir hatta üzerine özellikle düşünsem tahmin edemeyeceğim bir soru sorması, ona karşı kullanabileceğim milyonlarca kelimeyi geri püskürtüp, bir araya getirmek için tek tek toplamam gerekiyormuş gibi bir his bırakmıştı üstümde.

GÖÇEBE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin