0.5

551 72 112
                                    

ben geldim! yorum sayıları keşke biraz yükselse, yoğun olmama rağmen buraları boşlamamaya çalışıyorum çünkü :') iyi okumalar perisi 🧚‍♀️

bu bölüm sometimesasia için 🐣

saat akşam dokuz civarlarında yaptıkları mesajlaşmadan sonra nasıl mezarlığa geldiğini anlayamamıştı. burada ona hayatta değer veren tek kişi olan babaannesi yatıyordu, belki de bundandı; ayakları sürekli geri geri gider ve gelmemek için yolu uzatıp dururdu. oysa artık anlıyordu, mezarlığa gidilen yollar kısaydı.

kaan'ın mezar taşını, orada oturan aybike sayesinde buldu. akşam ayazı vardı, havalar soğumaya başladığından esiyordu ama kızın üstünde ince bir tişört dışında hiçbir şey yoktu. derin nefes verdi, aklındaki düşünceleri hep susturmaya çalışmış, taksiyle gelene kadar gözlerini kapatıp durmuştu.

arabayla gelemezdi, bakışları bileklerine kayıyor ve aybike'nin böyle bir şey yapmış olma düşüncesi içini sıkıyor, ruhunu kemiriyordu. neden böyle oluyordu? eskiden bileklerine baktığında gördüğü tek şey büyük boşlukken artık neden kızın simasını görüyordu?

büyük eliyle yüzünü ovuşturmadan hemen önce, "kendine gel..." diyerek ikaz edercesine mırıldandı. "kendine gel, manyak herif! ne aybikesi?"

berk, sevmeyi kendisine yasaklamıştı. hissizleştiğini düşünüyordu; bundandı kız için endişelenişini, telaşını ve korkusunu adlandıramıyordu. kalbi, yeni birtakım duygularla baş etmeye çalışırken kızıl oğlan altında eziliyor, katilinin kim olduğunu bilmiyordu.

yanına ilerledi. sessizce üstündeki deri ceketini çıkardı, nasılsa kazağı vardı, üşümezdi. bilekleri görünmezdi. "aybike," dedi şefkatli çıkan sesiyle. hemen ardından deri ceketi kızın omuzlarına bıraktı. seslenmeden de yapabilirdi bunu, ama korkabilir, ürkebilirdi.

biraz kenara kaydı, aybike. berk, kendisi için yetecek olan boş alana oturduğunda yan yanalardı ve bacakları birbirlerine temas ediyordu. konuşmak istedi, kızıl. neden olduğunu sormak, tıpkı onun yaptığı gibi yaralarına merhem olmak istedi ama korktu.

duyacağı şeylerden ürktü, dudakları konuşmak için açılsa da titreyerek düz çizgi halini aldı.

omuzlarını indirdi, aybike. "sor," dedi kızılla göz temaslarını sağlayıp. "içine değil, bana."

gülümsemeye çalıştı, kızıl. sanki kızın kederi bir ışıktı. acıdan, kederden, üzüntüden nefret edip farklıya adımlayabilmek için bi' ışık...

"iyi misin?" omzunu silkti. hafif alayımsı bir tebessüm kondurdu dudaklarına. "sence?"

söylemek için dudaklarını aralasa da başarılı olamadı, konuşamadı. soracağı, öğrenmek istediği şeyden çok çekiniyordu. "b-bilmem..." diyerek kekelemesi aybike'yi güldürdü.

böyleydi, kız. içinde acıdan yangınlar kopsa da gülümser, başkalarına yardımcı olmaya çalışırdı. yaralarını böyle sardığını düşünürdü. onda da pek başarılı olduğum söylenemez.

"elinde olsa üç bin kilometre susabilecek gibisin." oğlan, kızın yaptığı göndermeyi anlayarak boş yüz ifadesiyle konuştu. "sevmem hiç."

kaşlarını çattı, aybike. "bir kitaba karşı da sevmeme yemini etmezsin herhalde?"

bilmişçe sırıttı, kızıl. "asıl tehlikeli olan onlardır, umudu öğretirler." kızın omuzlarından kayan deri ceketi düzeltti. "tıpkı alıntısını değiştirdiğin kitabın yaptığı gibi."

"kaan kitapları çok severdi," dedi düz bir sesle. hemen ardından iç çekti. "ama yetmedi demek ki."

burukça tebessüm etti, berk. artık konuya girmenin zamanı gibi hissediyordu. "sana?" diyerek sordu korkarak. "sana yetti mi?"

başta sessiz kaldı, aybike. ne söyleyeceğini bilemedi. belki artık kendisine zarar vermiyordu, ama izleri ruhunda hiç geçmeden duruyordu, bedeninde ise silik bir şekilde de olsa vardı.

baktıkça, hissettikçe yine aynı şeylerin olmasından korktuğunu düşündü. berk, aybike'nin geçmişinin gözlerinin önüne serili haliydi ve kız geleceğini kurmaya çalışırken yine oralarda bir yerlerde geçmişe takılı kalmıştı.

"belki durdurmaya yetti," dedi düşünürcesine. "ama korkularımı dizginlemeye yetmedi."

berk, naif bakışlarını ay'ın ışığının vurduğu ela gözlere sabitledi. yavaşça elini tuttu, korkarak bileğine dokundu. bakışlarını indirdiğinde hiçbir ize rastlayamamıştı.

sorarcasına baktığında, geçmişin kirli elleri kızın boğazına çoktan sarılmıştı. tek bir üzüntü, yalnızca tek damla gözyaşı... yakalanırsa, kurtulamazdı.

kızılı alaya almak istedi. zoraki güldü, "hiçbir şey öğrenememişsin sen," dedi. hemen sonra devam ettirdi cümlesini. "bileklerine yapma ki birileri görüp manyak olduğunu düşünmesin."

berk öyle bir baktı ki aybike'ye... içi gide gide, üzüntüyle. sanki tek bir dileği vardı, ama hevesle beklediği o kayan yıldız hemencecik hayatından kayıvermişti. işte o kayan yıldızdı aybike.

dayanamadı, kız. önce gözlerinden birkaç damla yaş süzülmeye başladı. iki yana salladı başını. "hayır, acıma bana... hayır-"

devam edemedi. hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığında berk kendisine çekti, başını göğsüne yaslayıp saçlarını sevdi. "ağla," dedi. "özür dilerim, canımın içi."

kızın ince, uzun kollu tişörtünün kol kısmını sıvadı. tam şu an... gözlerinin gördüğü, kollarının iç kısmını dolduran o belirsiz izler, ölümüne bir kelebek imzası atarak yaşamını sınırladı.

baş parmağını gezdirmeye başladı, saçlarından öptü. "yaşamak," dedi samimi bir şekilde. "yaşamak senin gibi güçlülerin işi."

gözyaşlarının arasından alayla güldü, aybike. "siktir git!" dedi gülerek. "dalga mı geçiyorsun benimle?"

cevap vermedi, kızıl. onun yerine tek tek buklelerini öptü, izlerini sevdi... başka hiçbir şey yapamadı.

sabaha karşı evine döndüğündeyse içinde tek bir his vardı.

oldukça garip ve korku dolu bir his, kayıp dolu bir his...

ecza deposu / ayberHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin