1. Bölüm: Yaralar ve Kanayanlar
İnsan en çok yara aldığı yeri, yara aldığını severdi. En çok yaralardan nefret edilir en çok yaralar sevilirdi. Yaralar, hediye değil, lütuf değil, kaderdi.Yaraların dili olsa acılar dökülürdü dillerinden. Belki bir tutam mazi.
Yaraların anıları vardır. İyi ya da kötü. Hatırlanan ya da hatırlanmayan. En acısı da hatırlanmayanlardı. Nasıl olduğunu, neden olduğunu, ne zaman olduğunu bilmeden yarayı bedeninde taşımaktı. Ona alışmaktı beterin beteri. Onun sana verilen bir acı olduğunu, bunu yaşamanın bir gereçeksi olduğunu düşünmekti.
Sana acı vermez ama kalbini sıkıştırdı.
Yara, acı değildi, yara anıydı.
Ben, Yazgı. Sarı saçları ve göğsünde koca bir yarası olanım. Çocuk olmak isteyen ama kaderin zincirleriyle kalbine ket vurulmuş olanım.
Ğöğüs kafesimden karın boşluğuma kadar uzanan bu yara benim anılarımdı. Hayatım boyunca bir sebebi olduğuna inandığım bir yaraydı.
Bedensel bir acıyı bana bahşetmeyen ama ruhsal acının sonsuz uçurumlarından beni bırak bir yara.
Aynanın karşısında durmuş bu yaraya bi anlam bulmaya çalışıyordum. Yeni duştan çıktığım için fayanslara damlayan damlalar kulaklarıma bir melodi dolduruyordu.
Ellerim istemsizce göğüs kafasimdeki yarayı boydan boya gezdi. Ruhsal acısı kadar büyük ve derindi. Nasıl olduğunu bilmediğim bu yara bana olmayan acıları hatırlatıyordu. Nasıl olduğuna dair zihnime doluşan teorilerin, boş ve yalan olduğu bilincindeyim ama yılardır bu izi taşımak ve izin nasıl olduğunu bilmemek acı veriyordu insana.
Sıradan bir kesik değildi. Bir hançerle göğüs kafesimi parçalamak istercesine açılmış bir yaraydı.
Aynanın karşısında daha fazla bekleyip bu acıları kendime yaşatmaktan vazgeçip banyonun odama açılan kapısından geçtim. Tamamen pembe ve mor renklerle döşenmiş odam olmayan çocukluğumun emsaliydi. Çocuk olmamış kadının çocuk olmak için yaratığı odaydı burası.
Annem yoktu babam yoktu benim için sadece ben vardım. Kendimi kaybedersem toplayacak kimse arkamda duracak kimse yoktu.
Gerekte yoktu. Onlara güvenecek yürekde bende yoktu.
Çalıştığım kafeye geç kalmamak için üzerime günlük kıyafetlerimi geçirip evden çıktım. Garsonluk yaparak kazandığım parayla küçük bir apartman dairesinde ev tutmuştum.
Çalıştığım kafe işlek bir yerde değildi. Küçük ama seveninln çok olduğu bir yerdi. Kafeye doğru sakin adımlarla yürümeye başladım. Etrafımdaki seslere kulağım tıkalı, insanlara kördüm.
Çalan telefonum ile kot ceketimin cebinden telefonumu çıkardım. Arayan kafeden arkadaşım Sezen'di.
Adımlarımı hızlandırarak telefonu açtım. Büyük ihtimalle geç kaldığımdan şikayet edecekti.
"Efendim?" dedim. Sakin ama nefes nefese kalmış sesimle.
"Yazgı" dedi "ı" harfini uzatarak. Küçük bir tebessüm oluştu yüzümde.
"Noldu, Sezen. Söyle canım. Ne isteyecek sen söyle."
"Aşk olsun. Ben öyle bir insan mıyım?"
Cevap verecekken tatlı sesiyle tekrar konuştu.
"Ay dur. Aşk zaten olsun. Aşk hep olsun, Yazgı'm."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YARALAR VE KANAYANLAR
FantasíaÖlüler iz bırakır. Hayat bitirir, yaşam bahşederler. Fanilerin küçümsediği gerçektir, ölüm. Kurtuluş, çare, çözüm değildir. Ölüm, zulümdür. Ölüler fanileri yönetir, faniler kendilerini özgür sanarken. Ölüler iz bırakırlar. Ölü ruhlar yeni ruhlar...