Uzaktan bakanlar için bir yazar ipekten bir ağ oluşturmaya çalışan örümceğe benzer.Sabahtan akşama kadar hiç durmadan örer o ağı.Kendilerine en değerli besin olabilecek insanları yakalayarak gizlice ruhlarına sızarlar ve analiz yaparlar.Rabbimin kendine verdiği yetenek ve arzuyla sürekli gizemi anlaşılamayan,hayranlık uyandıran ördüğü her ağın ilmeğinde tabiat şaheseri iması taşıyan birer canlıdır.
Uzaktan bakanlar ondaki yaratıcılığın çekici kutsallığını,yakınına sokulanlar,o yaratıcının ürkütücülüğünü ve zehrindeki görkemi fark ederler.En parlak ağı dokuyabilmek için her yazarın muhtaç olduğu kendini beğenmişlik zehrinden en parlak ipeği dokuyan en fazla payı almıştı tarih boyunca.Kendinden başka her canlıyı neredeyse yok sayarken elinde neredeyse "ölüm" gibi amansız bir gücü tutan Allah ı hiçbir yazar es geçmemişti... Geçemezdi..
Büyük yazarlar olma yolunda ilerleyenler Montaine,Tolstoy,Ibsen,Dostovyevski gibi dahilerin elindem birer zanaat kapmış havasıyla yazarlar yazılarını.Çevrelerindeki insanlar ağlarına takıldığı anda kan emmeye başlarlar.İçlerindeki yaratık ,kağıt ve kalem olup kusursuz bir şekle bürünür.Kaç yaşında olursa olsun bir yazar her zaman en güzel resim sanatlarından birine eşlik eden olmuştur.Çünkü bilinçaltındaki esrarengizliği tablolaştırmak ister.Kelimelerin kımıldanmaya,bağırmaya başlayıp ses kazanacağını düşünürler .Montaine denemelerinden bir parça okurken aniden kulağıma bir çeşit ses topluluğunun yaklaştığını hayal etmek zihnimi anlamsız bir korkuy sürüklüyor.Yazarların yaşantılarında hep bir huzursuzluk bulunur.Bunun sebebi hislerini zincirli kuyulara dilek dileyip asamamalarıdır. Anında kaydetmek isterler.Belli başlı mücevherler bırakıp göçüp gideceklerdir birgün.Yada yeni nesil tarafından işlenerek ebediyen can bulaaklardır.Birgün benimde Huysuz Dahi benzetmesiyle akıllarda kalmam dileğiyle...:)