Öpülesi Kalp

145 11 3
                                    


Öncelikle uzun zamandır yeni bölüm bekleyen okuyuculardan çok özür dilerim. Bir süre yazmaya ara vermiştim. Fakat artık elimden geldiğince kısa aralıklarla bölüm paylaşmaya çalışacağım.

Sizden ricam bu bölüme kadar okumuş olan arkadaşlar yaklaşık bir dakikanızı ayırıp önceki bölümleri oylayıp bu bölüme başlarlarsa çok sevinirim.

Çoktan oy vermiş olanlara ise çok teşekkür ederim. Yorum ve oylarınız için şimdiden çok teşekkürler.



Bazı şeylerin imkansızlığı doluyor ruhuma. Durduramadığım düşünceler sel misali savuruyor bedenimi bu enkazın içinde. Ne bir sokak lambası ne de tek bir yıldız ışıltısı var etrafta. Bir karadelik olmuş gökyüzü, ay ve güneş içine hapsolmuş. Gecenin suskunluğu içerisinde duyulmuyor çığlıklarım. Bir el, sarmış boğazımı, sıkıyor tüm gücüyle. Gözlerimden akan yaşlar yakıyor tenimi. Tutunamıyorum varlığıma. Güç bulamıyorum bedenimde. Bırakmak üzereyim kendimi boşluğun derin ve ürpertili karanlığına. Son kez bakıyorum gökyüzüne. Derin derin almak gibi nefesi ve içmek suyu kana kana. Bir küçük uçurtma beliriyor karanlığın ortasında. Yaklaşıyor yavaş yavaş. İpi değmek üzere parmaklarıma. Tutmak istiyorum son bir çabayla, tutunmak istiyorum. Bir rüzgar esiyor saçlarım arasından. Bir el delip geçiyor karanlığı. Parmaklarıma kenetleniyor sıcak parmaklar. Çekip çıkarıyor beni düşüncelerin karanlık sularından.

Farklı bir evren gözlerim önünde serili olan. Bahar olan, çiçek kokan. Başka bir dünya ellerimde hissettiğim güneşin sıcaklığı. Bir koku sarmış etrafı. Acı ve tatlının karışımı bir kahve kokusu. Tüm evren bir kahve çekirdeği misali ayaklarım altında. Bir ses geliyor uzaklardan. İçimi ısıtan, huzur veren. Açıyorum gözlerimi yeni bir evrene. Benim evrenime.

Üzerimdeki montumu düzeltip çantamı elime aldım ve babamı beklemeye başladım. İşe giderken benide Muzaffer amcanın oraya bırakacağını söylemiş ve çantasını almak için odasına gitmişti. Birkaç dakika sonra yanıma gelmişti. Arabada gündelik şeylerden konuşmaya başlamıştık. Kitapçının önüne geldiğinde bana gülümsemiş, saçımı okşadıktan sonra da akşam görüşürüz diyerek yola devam etmişti. Ağır kapıyı iterek içeriye girmiştim. Muzaffer amca beni gördüğünde gülümsemiş ve halimi hatrımı sormuştu. Birlikte sohbet ederek diğerlerinin yanına gitmiştik. Hepsi bir konu hakkında konuşuyorlardı. Beni gördüklerinde hepsi şaşkınca bakmaya başlamıştı. Çünkü yüzümde dün geceden beri silemediğim bir gülümseme vardı. Bahçe kapısından içeriye giren kahve kokulu beyefendi ile göz göze geldiğimde gülümsemem daha da artmıştı. Kahveleri önce beni baştan aşağıya süzmüş sonra da yüzündeki gülümseme yerini düz bir ifadeye bırakmıştı. Ne olduğunu anlamadığım için ben de üzerime bakmıştım. Ama bir şey yoktu. Gri kazak ve pembe elbisem vardı üzerimde. Montumu koltuğun kenarına bıraktığımda o da tekli koltuğa oturmuştu. Bende Hazanın yanına ikili koltuğa oturmuştum.

Sohbet arasında ne zaman Toprağa baksam gözleri benden uzakta, ayakkabısı ise parkeyi parçalamak üzereydi. Neye sinirlendiğini anlamamıştım. Yanlış bir şey de yapmamıştım, hoş daha yeni gelmiştim ne yapmış olabilirdim ki. Aradan geçen iki saatlik sohbette durum bu şekilde ilerlemişti. Toprağa gelen telefon ile aramızdan ayrılıp rafların oraya gitmişti. Bende yukarıya çıkıp lavaboya girmiştim. Aynadaki yansımama baktığımda tüm neşemin silinip gittiğini görmem zor olmamıştı. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra aşağıya inmiştim. Ama Toprak hala ortalarda görünmüyordu.

Ellerim kitapların kapaklarına değerken rafların arasında dolaşıyordum. Atladığım her koridorda daha da kayboluyordum düşüncelerimin arasında. Kulaklarımda çınlayan topuk sesleri yoktu artık. Kimseler duyulmuyordu buradan. Bir ben vardım şu an bir de yüzü toza dönmüş kitaplar. Yağmur muydu dışarıda yağan, yoksa kulaklarıma ruhumdaki yıldırımların gürültüsü mü dolmuştu. Ellerim uyuşuyordu, belki de başlamıştı tekrardan ruhumun sonsuz karanlığı. Sessiz sedasız dalmış gözleri gökyüzüne, içimdeki küçük çocuğun. Bir fırtınadır kopacak, belli sessizliğinden. Bir gölge belirmiş ileride. Belki de rafın diğer tarafında. Bedensiz bir gölge. Birkaç adım sonra dokunacak mı dersin ellerim ellerine? Yoksa bir duvar misali gözlerin yıkılacak mı üzerime? Söylesene kahve kokulu adam, ruhuma karışan senin evrenin değil miydi? Yoksa o evrenden kovulan, ben miyim?

GECEYE DOKUNMAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin