Solmuş Çiçekler Vazosu

160 8 0
                                    


Yuvarlak bir masa ve etrafında oturan sıkılmış, acıkmış ve içinden küfürler eden altı kişi. Üç derstir buradaydık. TAM ÜÇ SAAT! Öğlen arasında bahçeye çıkmamız ve birbirimize kartopu atmamız üzerinden üç saat geçmişti. Burada yani kütüphanede olmamızın tek bir nedeni vardı. Yanlışlıkla müdürün suratına kartopu atmamız. Evet çoğul konuşuyorum çünkü tek bir kişi sayesinde değil,  iki kişi sayesinde şuan da burada kilit altındayız. Küçük çaplı savaşımız, ben ve Barışın elimizde tuttuğumuz normalin üzerindeki bir boyutta olan kartopunu birbirimize atarken müdürün araya girmesi ve suratının kar ile kaplanması sonucunda kendimizi okul kütüphanesinde bulduk. İşin kötü yanı diğerleri de bizimle ceza aldı, daha da kötüsü hepimiz  özür dilediğimizi en içten şekilde anlatan ikişer sayfa yazı yazmaya mahkum edilmiş olmamızdı. Kendimizi ne kadar zorlasak da sadece bir sayfa yazabilmiştik ve şuan önlerimizdeki boş sayfalara bakıyorduk. Barış boş sayfanın üzerinde kalemi yuvarlayıp duruyor, Doruk başını kapıya çevirmiş zilin çalmasını bekliyor, Hazan ve Mira telefonlarında takılıyorlardı. Ben onları izliyor ve benim yüzümden burada oldukları için vicdan azabı çekiyordum. Tekrar Barışın olduğu yere bakınca üç saat boyunca istikrarlı bir şekilde süren göz kaçırma planım o kahverengi gözlerle karşılaşınca son bulmuştu. Çenesini sağ avcuna koymuş, uzun parmakları yüzünün sağ tarafında hareketsiz bir şekilde duruyordu. Sol elinde çevirdiği kalem ile öylece bana bakıyordu. O kadar sabit duruyordu ki. Eğer elinde tuttuğu kalemi oynatmasa ve gözlerini kırpmasa bir resme bakıyormuşsun gibi hissettirirdi. Ne o gözlerini çekiyordu ne de ben, öylece birbirimize bakıyorduk. Dün geceki mesajlaşmamızdan sonra gün içerisinde konuşmamıştık. Zil sesini duyunca hepimiz derin bir oh çekmiştik. Montlarımızı giyip çantalarımızı aldığımızda müdür bey kapıyı açıp çıkabileceğimizi söylemişti. Ben en son çıkan kişi olarak kağıtları kapıda duran müdür beye vermiş ve tekrar sözlü bir şekilde özür dilemiştim. 

Eve girer girmez üzerimizi değiştirmiş ve yemek yemiştik. Ardından Hazanın odasına çıkmış ve yarınki fizik sınavına çalışmaya başlamıştık. Birkaç saat sonra Miranın da aramıza katılması ile oda savaş alnına dönmüştü. Hazan sessiz bir şekilde ezber yaparken Mira hiçbir şey anlamadığı için başını masaya vuruyordu. Onları izlemekten içim daralmıştı. Elimdeki kitabı sertçe yerdeki kitaba vurup '' Yether!'' diye bağırmıştım. İkisi de bana dönüp bakmıştı. 

'' Kalkın gidiyoruz. ''

' Nereye? ' 

'' Bilmiyorum. Sadece biraz hava alalım. İçim sıkıldı. ''

' Bana uyar. '

' Beni bu masadan kaldıracak her şeye tamamım. '

Ani fikrim ile kalkmış montlarımızı giymiş ve evden çıkmıştık. Sokakta öylece yürürken karşımıza hiç ummadığımız biri çıkmıştı. Demet! Onu görmezden gelip yürümeye devam ederken arkamızdan bize daha doğrusu bana söylediği şey üzerine durmuştuk. 

'' Ya sen ne anlatıyorsun hala. ''

' Aldatılmışsın diyorum. '

'' Sen konunun çok gerisinde kalmışsın ondan sonra neler neler oldu. ''

' Ne olmuş ki? '

'' Hadi canım! gerçekten de bilmiyor musun? ''

' Bilmiyorum. '

'' Çok şaşırttın beni. Nasıl olur da bilmezsin. Sen en iyisi şey yap, git ne oldu bitti öğren öyle gel ki ben de ona göre laf sokayım. Tamam mı? ''

' Tamam. '

Demet şaşkın bir şekilde yanımızdan ayrılırken biz de verdiği tepkiye gülmüştük. Yürümeye devam ederken Muzaffer amcaya uğramaya karar verdik. İlk günden beri bu ağır işlemeli kapı, benim için farklı bir dünyaya açılan giriş olmuştu. İçeri girer girmez yüzünüzü gülümseten o kahve ve kitap kokusu karışımı, kulaklarınıza dolan sayfa çevirme ve şöminede yanan odunların küçük çıtırtıları, içinizde dokunma hissi uyandıran o raflar dolusu kitaplar sizi çok farklı bir boyuta geçiriyordu. Kıymet teyze bizi görünce gülümsemişti. Montlarımızı çıkartıp astıktan sonra kıymet teyzeyi de aramıza katıp şöminenin başına geçtik. Birkaç dakika sonra Hazan kahve yapmak için kalkmıştı. 

GECEYE DOKUNMAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin