-arkadaşlar büyük harflerle yazmaya üşendiğim için küçük harflerle yazacağım-
tuvalete doğru var gücümle koştum. biraz orada zaman geçirip sınıfa gitmeyi planlıyordum. çantamı betonun oraya koydum ve lavaboya adımladım. musluğun bataryasını kavradım. yukarıya doğru yavaşça çektim. ellerimi kase şekline getirip suyun altına koydum. buz gibi suydu. bütün vücudumu diken diken etmişti.
daha fazla soğuk suya maruz kalmak istemiyordum. suyu gözlerime serpmeye başladım. yeterli olduğunu düşündüğüm gibi musluğu kapattım. peçete alıp gözlerimi silmeye başladım. hiç beklemediğim bir anda peçete elimden alındı.
"lalisa neden ağladın söyle artık." dedi biri. ses çok tanıdık gelmişti. kim olabilirdi? sanırım o kişiye bakmadan cevabımı alamayacağım.
yavaşça kafamı o sese doğru çevirdim. bu oydu, jennie! "jennie gider misin?" dedim. hayır! gitmesini istemiyorum. bütün gün onu izlemek, asla yanında ayrılmamak istiyorum. neden ağızım beynime göre hareket etmiyor? istemsizce kelimeler ağızımdan dökülüp duruyor. neden kontrolsüz bir şekilde çıkıyor?
"neden ağladığını söylemeden gitmeyeceğim!" dedi jennie. bağırması çok oturmuştu. bağırılmaktan hoşlanmam, yeteri kadar bağırışı çektim zaten 7 yaşında. bağırılmaktan cidden çok korkuyorum sanırım.
jennie'nin bağırışında ne yapacağımı bilemedim. sadece gözlerim biraz daha doldu. "özür dilerim lalisa, sana bağırmak istemezdim. sadece..." sustu. neden sustu? susmasın. o konuşsun bende ömrümün sonuna kadar onu dinleyim. "lalisa bağırdığım için üzgünüm, beni affeder misin?" dedi jennie.
şaşkınlık içinde ona bakıyordum. ne diyor şimdi bu? beni tersliyor, bağırıyor sonra da iyi davranıyor. nasıl tepki vermem lazım bu hal değişimlerine?
"affettim jennie." dedim tepkisiz bir şekilde. kocaman bir gülümseme yansıttı suratıma. ben sanırım oracıkta öldüm bittim. içimdeki yavru kedi hareketlenmeye başlamıştı çoktan, bunu hissediyordum.
nasılda herkesi yatağa atan, yalancı, zorba, sürtük, zengin, egolu, iğrenç karakterde olan birine aşık olabildim anlamıyorum? babam beni aşk ile ilgili sürekli uyarıyor, muhtemelen jennie'ye olan aşkımı desteklemeyecek. ondan bir süre saklamalıyım. "lalisa, yarın saat 23.30 da kapının önünde olacağım. bir şey konuşmalıyız." dedi jennie.
ne demem gerekiyor? tabiki evet diyeceğim. ama ne yapacağını nereden bilebilirim? aşk itirafı mı acaba? ne güzel olurdu. "lalisa, bana neden ağladığını artık anlatır mısın peki?" dedi jennie. önceki konuşmalarımıza göre daha ciddiydi. "özel jennie. yoksa neden anlatmayım biz arkadaşız." dedim. arkadaşız lafı çok içimi acıttı.
neden arkadaşız ki? direk nişanlı olalım. arkadaş kelimesine gerek yok. beni de artık lalisa diye de çağırmasın, 'sevgilim' daha güzel.
"ne ara arkadaş olduk lalisa? sadece bir kaç kere konuştuk. sen her konuştuğun kişiyi arkadaş olarak mı sayıyorsun? biraz ilgi verdik arkadaşın olduk." dedi jennie.
gerçekten ciddi miydi? kalbim ne kadar acıdı biliyor mu o? bu sözünden sonra ne diyeceğim şimdi? dilimi yutmuş gibi hissediyordum. boğazım düğümlenmiş, dudaklarım kilitlenmiş, ses tellerim yokmuş gibi hissediyordum.
gözlerimin dolduğunu hissettim. "özür dilerim jennie, seni arkadaşım olarak görmemeliydim. sen haklısın." dedim. sesim titriyordu biliyorum. şuracıkta bayılsam keşke.
"özür dilerim lalisa, öyle demek istememiştim." dedi jennie. kahretsin! onu sanırım tekrar affedeceğim. kalbime dur diyemiyorum. beynim ile kalbim arasında kalakaldım öylece. kalbim diyorki affet, beynim diyorki affetme. ikiside zıt yaşıyorlar. bir tanesini seçmeliyim. hangisi ama hangisi?
"lalisa.." dedi jennie. bütün düşüncelerimi kenara atıp ona baktım. "seni çok kırdım mı?" dedi jennie. hem de nasıl. keşke benim hissettiklerimi hissedebilsen. başımı daha yere eğdim. gözlerim daha da doldu."lalisa, gerçekten çok üzgünüm seni kırdığım için. 23.30 da lütfen kapından aşağı in. seninle konuşmam lazım." dedi jennie. gözlerimi silip hemen ona baktım. "gelirim, gelirim. sen hiç merak etme." dedim heyecanla. çok mu belli ediyorumdur ondan hoşlandığımı? "gitmem lazım, kızlar bekliyor. beni affettiğin içinde teşekkür ederim arkadaşım." dedi jennie ve gitti.
ne diyeceğim ve yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yok. sınıfa gitmeliyim sanırım. başka seçeneğim yok.
sınıfa doğru hızlıca adımladım. ah sonunda! rose'yi gördüm. o da bana doğru geliyordu. en yakın arkadaşım benim rose. onunda hiç arkadaşı yoktu, hep yalnızdı. ona kısaca rose diyorum, o da sorun etmiyor.
"lalisa ne oldu? jennie'nin yanında ne arıyorsun hem de tuvalette?" dedi rose. bu olanları ona nasıl anlatacağım. "nereden, nasıl başlasam anlatmam pek kolay olmayacak." dedim. "sınıfa giriyoruz, ders sonu anlatıyorsun." dedi rose. sınıfa doğru ilerledik....