ilk öpücük

37 5 12
                                    

sabah perdemin açık kalan kısmından gelen güneş ışıklarının gözlerimi rahatsız etmesi ile uyandım. uykulu bir şekilde yatakta oturur pozisyona geldim. gözlerimi etraftan alıp rose'ye odaklandım. "hala uyuyor." dedim.

sarsmaya başladım rose'yi ama uyanmıyordu. klasik uyandırma yöntemimiz olan kulağın dibinde bağırma operasyonunu uygulamak için rose'ye yaklaştım. kulağı ile ağızımın arasında sadece 3-4 santimetre kalmıştı. "uyansana uykucu!" diye bağırdım.

korku ile uyanan rose'ye kahkahalarla cevap verdim. "hiç komik değil!" dedi. "bence çok komikti. ormanda dinazor görmüş yaşlı teyzelere benziyordun." dedim. "sadece 5 saniye veriyorum lisa." dedi rose sinirle. dişlerini sıkarak söylemişti bunu. böyle konuşurken cidden çok korkunç oluyordu.

tuvalete doğru koşmaya başladım. arkamdan da rose geliyordu. "tamam! tamam pes ettim." dedim. rose cidden çok hızlı koşuyordu.

eğlenceli ama bir o kadarda aksiyon dolu anımızı bozan şey babamın o sesiydi. "çocuklar, bu gün okula sizi otobüsle götüremeyeceğim erken çıkıyorum." dedi. siktir, bu gün okul vardı.

rose ile birbirimize telaşla baktık. "rose şu an o kadar hızlı olmalıyızki flash'ı geçmeliyiz." dedim. gülüp hazırlanmaya başladık.

sütyen ve kilotla birbirimize baktık. "siktir lisa. çok zayıflamışsın. kemik gibisin baksana! acilen sana kilo aldırmalıyım." dedi. "asıl kendine bak! sende çok zayıfsın." dedim. "ben en azından 1.68 45 kiloyum sen!? 1.67 20 kilo!" dedi bağırarak. "abart! 40 kiloyum işte." dedim. "yine çok zayıf! en az 45 kilo olmalısın lisa." dedi. "ahh, boşver şu saçma konuyu da giyinip aşağı inelim. bir şeyler yiyip gidelim okula." dedim. "bu konu şimdilik burada bitti." dedi rose.

bu saçma lafını duymamazlıktan gelip aşağı indim. dolabımı bir umutla açtım belki yemek kalmıştır diye. ama bomboştu. "neden bu kadar zayıfsın ortaya çıkıyor." dedi. bu lafına göz devirmeden edemedim. ne takmıştı benim kiloma? alt üstüne birazcık kilo verdik, isteyerekte vermiyorumki kilo.

rose kolunu omzuma atıp "marketten geçerken kızarmış kaşar peyniri alırız." dedi. "ben salata alacağım." dedim. "alda daha zayıfla değil mi lisa?" dedi. "ah kahretsin tamam! pirinç yuvası alacağım." dedim. "hadi hızlıca çıkalım o zaman." dedi.

ayakkabılarımızı hızlıca giyip bir markete doğru gittik. "bu sefer bendensin." dedi. güldüm. bu seferde o ödesin bana, ben ödedim geçen. iki tane pirinç yuvası alıp kasaya ilerledim. rose'de kızarmış tavuk ve kola almıştı. "sen içecek almayacak mısın?" diye sordu bana. alsam iyi mi olurduki? suyum var ya yeter o bana. "suyum var benim." dedim.

rose'de onaylayıp ödemeyi yaptık. marketten çıkarken yürümek zorunda olduğumuz aklımıza geldiği gibi birbirimize baktık. "rose araban yanında mı acaba?" dedim bir umutla. bana hayal kırıklığı ile baktı. "benim bisikletim var onla gidelim!" dedim heyecanla. elimizdekileri önemsemeyerek koşmaya başladık evime.

bir anda rose durup bana baktı. "lisa, önce yemekleri yiyelim öyle gidelim." dedi. "ah bunu için mi durdun cidden? bende bir şey oldu sandım tamam." dedim. evimin önündeki boş betona oturup yemeği yemeye başladık. olabildiğince hızlı yiyorduk.

ne konuşuyorduk ne de ses çıkartıyorduk ikimizde yemeğe odaklanmıştık. telefonuma mesaj sesi gelmesi ile yemeğimi bir kenara bırakıp telefonumu aldım.

yaşasın! jennie'den. sevinç içinde mesajı okurken rose'de bana ne olduğunu sorgularcasına baktı. "bak rose, jennie bana yazdı!" dedim heyecanla. rose halime gülüp "ne yazdı bakalım?" dedi.

mesajı gösterdiğim gibi şok oldu. "konumu at hemende gidelim." dedi. jennie'nin arabasıyla okula gitmeye ne kadar da hevesliymiş. rose'nin haline gülüp "tamam sakin ol rose." dedim. o da kendi haline gülüp beni izledi.

Okuldaki Ölü Gözler ~JenlisaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin