kötü bir başlangıç ve cennet gibi bir son

44 6 13
                                    

telefonu açıp hızlıca kulağıma koydum. ona çok sinirliydim.

"neden telefonlarımı açmadın? neden olduğun yerden gittin? seni nasıl merak ettim haberin var mı!?" dedim.

"lisa ben çok özür dilerim." dedi.

sesi çok üzgün geliyordu. bir şey olmuş. sanırım telefonu açtığı gibi ona bağırmam kötü oldu.

"ne oldu rose? sesin kötü geliyor? bir sorun mu var?" dedim.

"lisa... ya..yanıma gelebilir misin? ya da ben senin yanına geleyim." dedi.

"rose... hep buluştuğumuz kafedeyim. eğer zorlanacaksan ben gidip seni alayım." dedim.

telefonum kapandı. yavaşça telefonu kulağımdan çekip görüş alanıma aldım. aramayı kapatıp mesajlara girdim. konumu atıp telefonumu masaya koydum.

yüzüme hafifçe kaldırınca bana merakla bakam nayeon'u gördüm. "ne olmuş lisa? neden bu kadar kızdın?" dedi.

ona güvenebilir miydim? "nayeon, özel meseleler." dedim. hayır tabiki. daha yeni tanıştığım birine güvenemem. "haklısın." dedi. beni anladığına sevinmiştim.

ona gülümseyip ellerimle bardağı kavradım. yavaşça dudaklarıma yaklaştırdım. dudaklarıma değen bardaktan gelen sıcaklık çok rahatlatıyordu. içip ellerimle yavaşça masaya koyduğum bardak ile kapanan gözlerim ağır ağır açıldı.

bana seslenen ses ile kendime geldim. "lisa, çok rahatlamışa benziyorsun. kendini kaybettin kahve içerken." dedi nayeon. gülmeye başladı. bende onunla güldüm. "kahveniz hep çok güzel oluyor." dedim. "teşekkür ederim." dedi.

tatlı, iltifatlarla dolu konuşmamız kapının hızlıca açılması ile bozuldu. ikimizinde gözleri, birbirimizden alıp kapıya yöneltti. gelen rose'ydi.

hızlıca ayağı kalktım. ıslaktı, hem de her yeri. gözlerinin rengi akmıştı. kıyafetleri bedenini sıkmıştı, bedeninin ölçüleri belli oluyordu. ince belinden akan sular göz alıcıydı. gözlerim ilk oraya takıldı. saçları ve ayakkabıları çok kötü görünüyordu. dışardan çok bitik görünüyordu.

yanına gittim ve sağ kolum ile omzuna kol attım, sol elim ile elini tutup koltuğa yönelttim. yanıma oturttum. "ne oldu rose? bu halinde ne böyle?" dedim. gözlerimin içine dolu gözlerle baktı. yıkılmıştı. "lisa..." dedi. daha da konuşmadı. ağlamaya başlamıştı.

nayeon meraklı gözlerle baktı. "ne sorunu var?" dedi. onu ilgilendirmiyor. onu ilgilendirmeyen konularla neden ilgileniyor? neden sorup duruyor? yanıtını biliyor ona ne? yine 'doğru bana ne' diyip susacak? ah neden her şeye bu kadar tepki veriyorum?

yanıma oturup rose'ye baktı. "size havlu getireyim ve de bir çay. yeşil çay seversiniz değil mi?" dedi. şuan da tam zamanı ya biliyor musun?

titreyen başını zoraki bir şekilde kaldırıp yukarı aşağı oynattı. hala konuşmasını bekliyordum. ona sıkıca sarıldım, ıslak olmasını önemsemeden. "rose, şuan iyi misin bebeğim?" dedim. "konuşabilir misin?"

kafasını omzuma yasladı. yüzünü yüzüme bakmasını sağladım. "neler oldu en başından bana anlatır mısın?" dedim. göz yaşlarını titreyen elleri ile silmeye başladı. yardımcı oldum.

"lisa, seni dinlerken annemin adamları geldi. beni götürdüler eve. evde annem benimle konuşmak istediğini söyledi. salona gittim, tam karşısına oturdum. bekliyordum ne diyeceğini. babam yurtdışına çıkıyormuş, yurtdışında yeni ortakları olacakmış. anlaşmaya gidecekmiş. anlaşma için ortak çocuklarının bir süre evli kalması gerekiyormuş. 18 yaşına gelince evleneceğim ve hiç tanımadığım bir adamla. ağladım yıktım ortalığı. annemde bunu uygun görmedi fakat zorunda olduğumu söyledi. erkek kardeşimi evlendirmektense beni evlendirmenin daha iyi olacağını düşünmüşler. evden zor kaçtım. telefonuma, kredi kartlarıma, bilgisayarıma, sosyal medya hesaplarıma, arabama kısaca her şeyime el koyulacağını söyledi babam, eğer evlenmezsem. evden bir kaç eşya alıp buraya geldim. ne yapacağım lisa?" dedi.

Okuldaki Ölü Gözler ~JenlisaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin