dört

463 60 23
                                    

pomme, when I c u

Jaewon'un elleri, Jeongguk bedenindeydi.

İkisi de çakırkeyif halde, Jaewon'un evi olduğunu tahmin ettiği ve bir kişi için fazlaca büyük olan rezidansa girdiklerinde, Jaewon hiç vakit kaybetmeden yol boyu bırakmadığı belini daha sıkı sarmalamış, parmakları giydiği tişörtün altına girip sıcak tenine soğuk izler bırakmaya başlamıştı. Bedenleri sarılır halde birbirine yaslıyken, iri dudaklarını omzunun açık kalan kısmında hissedebiliyordu.

Fakat nedense, hayal ettiği kadar kelebekler uçuşmuyordu öyle midesinde, karnı kasılmıyor, yanakları heyecanla ve utançla kızarmıyordu. O kadar dengesiz ve duygusuz bir hisle onu öpüyordu ki, teni, daha önce onunla bezenmiş teni Jaewon'u tanımıyordu. Derin bir nefes aldı ve hissetmeye çalıştı, Jaewon'u, belinde gezen soğuk parmaklarını, omzunun üzerini ıslakça öpen dudaklarını...Hissetmek için uğraştı. Jeongguk, hissedemedi.

"Jaewon-Dur, dur lütfen."

"Sorun ne?"

Kaşları çatık bir halde omzundaki yerinden ayrılıp parmakları belinden uzaklaştı, Jeongguk gözlerini Jaewon'un bayık bakan gözlerine çıkardığında, kendisine bakan ihtiraslı ve beklenti dolu bakışlarla karşılaştı. Belki de bu onu tatmin etmeliydi fakat o an, içkinin bedenindeki varlığından mı yoksa kafasının karışmış olduğundan mı bilinmez, yalnızca kırgın hissediyordu.

"Jaewon." Dedi, gözlerini kaçırdı. "Sana bir soru sorabilir miyim?"

"Sor Jeongguk."

"Hatırlıyor musun?"

İki kelime. Ağzından çıkan iki kelimelik bu sorunun cevabı o an Jeongguk için çok büyük önem taşıyordu işte. Avuçları terlemeye başlamıştı çoktan, kalbinin küt küt atıyor olmasının sebebi de heyecan değildi zaten.

"Jeongguk...Üzgünüm, neyi?"

Yutkundu Jeongguk. Gözlerine dolmak üzere olan gözyaşlarını içini ısırdığı dudaklarının acısıyla engellemeye uğraştı. Hatırlamıyordu. Jaewon, birlikte geçirdikleri o gecenin en ufak ayrıntısını bile hatırlamıyor, kendisiyle bir anı paylaştığını bile bilmiyordu. Bu kadar kolaydı onun için bu tür şeyler. Sonuçta geceyi paylaştığı insan da, birbirine kenetlenen bedenleri ve hissedilen hisler de onun için o gecede kalır, daha fazlasına taşınmazdı. Jeongguk bile bile atmıştı kendini ateşe. Tamam, dedi. Ben cevabımı aldım.

"Üzgünüm Jaewon." Sesinde kırıklık vardı, bariz belli olan. "Şu an bunu yapmak istediğimden emin değilim."

Jaewon'un ağzını açmasına izin vermeden bedenindeki ellerini ittirdi ve girdikleri kapıdan aynı hızla çıktı. Artık gelmek için can atan gözyaşlarına mani olmasına gerek yoktu. Ağlayabilirdi, sızlanabilirdi. Fakat kime ağlayacaktı? Merdivenden inmeyi seçerken düşündüğü tek şey, tek başına ağlamayı istemediğiydi.

Kendini dışarı attığında, rüzgarın yüzüne değip geçmesine izin verdi, sakince derin bir nefes almayı denedi ama başaramadı. Her nefesin ortasında hıçkırıyordu istemsizce, gözyaşlarının yüzünde bıraktığı ıslak yollar hiç kurumuyordu. Ceketinin cebinde duran telefonunu çıkartıp ezbere bildiği telefon numarasını tuşladığında, kulağına aradığı numaraya ulaşamadığını belirten kadın sesi doluverdi ve Jeongguk o an, o uçuk kafasıyla kendisiyle konuşan telesekretere kızmaya başladı.

"Niye ulaşamıyorum? Senin işin beni ona ulaştırmak değil mi? Hiçbir işe yaramadın. Şunu tekrar edip durma."

Haritayı açıp kafasında dönüp duran adresi arama kısmına yazmaya çabaladı, yazarken kelimeleri defalarca karıştırdı ama en sonunda adresi yazıp yarım saat kadar yürüdükten sonra gitmek istediği evin kapısının önündeydi.

k.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin