Güneşin Doğduğunda Bölüm 1

44 4 0
                                    

"İçimi yaran bir güneşin içinde,
Rüzgarın sert ayazı okşuyor ensemi.
Paslı İstanbul köprüleri altında,
Bisiklet sürerek geliyorum huzuruna.
Mâverâdan el sallar mısın salıncağıma?
İplerimin kayışı bu aralar hayatta..
Yine bir ertesi ve onun ertesi,
Böyle ilerliyor saatler.
Derd-i hüzün gibi işliyor içime keder.
Tozlu raflar altına ittiriyorum ah ne değer?
Olmuyor,tütüyor içimde cumartesi kandilleri...
Bir gece yürüyüş yapmak geliyor içimden,
Aniden ve aniden ayn-ı rah oluyorum yoluna  rûh-u revân..
Yağmur gibi düşüyorum bulutundan.
Ben sana müteşekkirim,
Çok efsunkârdın o bahçede.
Onca gül içinden bir sen bana teselli verirdin güneş çarptığında.
Suyuda bana getiren sendin..
Tahayyül ediyorum,sen zihnimde uçsuz bucaksız çırpınan küçük bir melektin.
Bembeyaz tenin ay gibi parlardı.
Küçük ellerin hanemde gonca gibi açardı..
Sen severdin nakış dikerken şarkı söylemeyi,
Severdin çocuklarla dans etmeyi..
Leyrek ruhlum, leyrek diyorum çünkü sen çok zekiydin,
Bir hesapta her şeyi sığdırabilirdin zihnine...
Ayaz yeniden vuruyor leylim..
Güneş yeniden doğduğunda suyu şimdi kim yetiştirecek bana?
Güneş yeniden doğduğunda, leylim yar, leylim bahar..."
*******
10 Aralık Cumartesi 6:30 Suları-
"Efendim,saat 6:30 hemen kalkmanız gerekiyor. Aksi halde yatakta hâlâ  dönelemeye devam edeceksiniz."
"Şu aptal alarmı kapat Süheyla! İzninle mümkün mertebe biraz daha uyumak istiyorum."
"Efendim ya işiniz? Geç kalıyorsunuz. Bugün mülâkatınız var."
Aren,yatağında doğrularak karşısında pişkin bir şekilde duran hizmetçiye ekşi bir bakış atarak başını ovdu. Dünden saçma bir şekilde ütülediği beyaz gömleğini yatağının üstüne fırlattı. Gitmek istemiyordu işte. Bu gittiği yüzüncü iş görüşmesinden biriydi. Yine başarısız olacaktı. Ne zaman kollarını sıvayarak bir işe girişse, sanki başından aşağıya kaynar sular dökülür, her şeyi birbirine katar ve kötü bir şekilde iş yerinden kovulurdu. Hâlâ tepesinde duran hizmetçiye dik dik bakarak:
"Çıkmayı düşünüyor musun, yoksa önünde mi soyunma mı istersin?"
Hizmetçi utancından kas katı kesilerek bir anda arkasını Aren'e döndü. Elindeki tozluğu düşürerek çıktı ve kapıyı sert bir şekilde kapattı.
Aren yeniden odanın içinde gömleğini giydikten sonra yarı çıplak bir vaziyette pencere önüne geçti. Kalan son sigarasını yaktı ve odası tam denizin karşısındaydı. Güneş yeni doğuyor ve âdeta Aren'i uyan,başaracaksın diye selamlıyordu. İlk ışıklar içeri girmeye başladığında daha da oyalandı Aren. Gitmemek için can atıyordu ama annesinin ayarlamış olduğugörüşmelerinden biriydi. O gazeteci ve ressamdı işte. Ne bekliyordu annesi..
Savcı olup ne yapacaktı sanki. Onun hayali bu değildi. Eline sıkıştırdığı gazete parçasını aldı ve son kez baktı Aren. Habere bir damla gözyaşı düştü. Tekrar hersle buruşturdu ve yatağının altına sıkıştırdı. Kravatını taktıktan sonra hazırdı artık gitmeye. Büyük bilgisayar çantasını alarak aşağıya indi. Annesine selam bile vermeden kendisine özel olarak hazırlanmış bir dilim ekmek ve kahveyi ayakta hızlıca yedi. Sabah kahvaltı etmekten nefret ederdi ve kahve onun vazgeçilmeziydi. Arabasına bindi ve Umut Kahve Dükkânı'nın olduğu yere doğru arabayı sürdü. Her sabah ordan acı, şekersiz Mocha alırdı. Orda bilgisayarını masaya koyar, çantasından küçük boyalarını ve kalemlerini çıkarır, güneşin doğuşuna yetişirdi. Her gün farklı yerlerde manzara çizmeye bayılırdı Aren. Yine o sıradan sabahlardan biriydi. Laptopunu masaya koydu. Kahvesini istedi. Kahve on beş dakika geç geldi aldırmadı. Çoktan çizmeye ve hayal dünyasına dalmıştı o. Bu yüzden üstüne dökülen sıcak kahveyi bile geç algıladı. Can havliyle sandalyeden kalkmaya çalışırken sandalyeyi devirdi. Yabancı garson, elindeki bezi bırakarak Aren'e yardım etmek için uzandı. Kolundan tuttu ve ceketini temizlemeye başladı.
Aren, ona izinsiz dokunulması üzerine küplere binmişti.
"Ceketimle çok hasbihal ettiniz. Hoşunuza gittiyse size verebilirim. Size hiç görgü kuralları öğretilmedi mi? Birine izinsiz dokunmamalısınız." Acemi garsonun yaka kartlığına bakarak ayağa kalktı, ellerini birbirine çırparak üzerindeki tozları temizledi.
Garson gözlerini kaçırarak yere bakmaya devam etti. Utanmış bir şekilde ellerini birbirine kavuşturdu. Yerdeki fincan kırıklarını temizlemeye başlamıştı. Aren o an pişmanlık gölgesine büründü. Silik yaka kartlığından ismini zar zor seçebildiği bu kadına baştan aşağıya yeniden baktı.
Ismi "Güneş"ti.. altın renginde saçları, yeşile çalan gözleri, beyaz teni ve doğal olan kırmızı allığı vardı, zayıf denecek kadar cılızdı. Hayat belkide ondanda kayıp gitmiş,onu bu kadar zayıf yapmıştı. O an kendini bu genç kadına karşı benzer dünyalardan olduğunu sezdi. O kadar dalmıştı ki, yüksek sesle çalışan bir elemanı azarladığı için, iş yeri sahibi gelmiş olacaktı. Omzuna uzanan bir elle irkildi ve sesin sahibine bedenini çevirdi.
"Efendim,bir sorun mu var? Ne oldu burada.."
O an hâlâ yeri temizleyen kadına kafasını çevirdi Aren. Kıza bir şey dememesi için hayır anlamında kafasını salladı. Iş yeri sahibi bunun üzerine yeniden lafa devam etti.
"O hep böyle sakar ve dalgındır. Siz onun kusuruna bakmayın. Son zamanlarda ona ne olduğunu henüz bilmiyoruz.. isterseniz size bir kahve daha getittireyim. Siz bizim daimi müşterimizsiniz."
Güneşi nazik bir şekilde dürterek,
"Güneş Hanım, bu beyefendiye yeni Mocha getirir misiniz? Buranın temizliğini ben hallederim."
Yabancı kadın bunun üzerine yerden kalktı ve Aren'in ceketinide beraberinde götürdü. Beş dakika sonra yeni gelen kahveyle geri döndü. Aren ise pencere önüne konan kırlangıç yavrusunu izliyordu. Kendini hep bir kırlangıca benzetirdi. O an gözleri doldu ve geçmişe gitti.

Güneş DoğduğundaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin