~9

1.7K 233 222
                                    

Yazım yanlışlarına bakmadan atıyorum fazla şey etmeyin.

~"öbür gözünü de oymak için geliyorum Lee."

"Dokunma bana." Diye çığlık attım hattın diğer ucundaki Taehyun'un duyması için. Elimdeki telefon yere düşmüş, önümde bana uzanan adamın elini ittirmeye çalışıyordum.

"Şşh." Onu engellemeye çalışan ellerimi bir çırpıda tutmuş ve sanki cansız bir nesneymişim gibi beni ardından çekiştirmeye başlamıştı. Ayaklarımı yere bastırarak engel olmaya çalıştım ama yine de beni banyodan çıkarmıştı. Odanın kapısına geldiğimizde kendimi yere attım. O zaman duraksamış amacımı anlamaya çalışmıştı.

"Bırak dedim pislik." Ellerimi sabit tutmayarak sürekli kendime çekiyor ve sağa sola sallıyordum.

Taehyun yerine polisi aramalıydım.

Yüzüme sadece birkaç saniye bakmış, kaşlarını çatarak beni öyle bir çekmişti ki dizlerimin üzerinde olmama rağmen ayağa kalkıp savrulmuş ve tekrar şiddetle yere düşmüştüm. Beyaz halı dizlerimi parçalayıp geçince acı içinde inledim. Gözlerim dolsa da asla ağlamayacaktım.

"Kalk ayağa." Diye kükredi adam. Yüksek sesi kulaklarımı kapatma isteği ile yanıp tutuşmama sebep olmuştu. Yine de dediğini yapmadım, ani bir şekilde elimi kendime çekip tek elimi kurtardım ve merdivenin trabzanlarına tutuntum. Benim hâlâ inat gittiğimi görünce merdivenlerin önünde olmamızı umursamadan aşağı çekiştirmişti beni.

Demir trabzanlardan elim kayıyordu beni her çektiğinde. Tekrar yardım çığlığı attım, değişen tek şey ise adamın beni daha kuvvetli ve daha hızlı çekiştirmesi olmuştu. Düşe kalka ve biraz da sürüne sürüne merdivenlerin sonuna geldiğimizde şimdiden gücüm tükenmişti.

Son basamağa geldiğimizde tüm gücümle tutundum demir trabzanlara. Adam tekrar duraksamış, derin bir nefes vermişti. Bir anda saç köklerimde yanma hissetmemle itaatkar bir şekilde trabzanları bıraktım ve ayağa kalktım. Başımı koparmak istermiş gibi arkaya doğru çekiyordu ve bundan oldukça da zevk alıyordu. Yanan gözlerimi sıkı sıkı yumup ellerimi saçımı tutan ellerinin üstüne koydum. "yürü."

Diyerek beni iteklemiş ve oturma odasına çekiştirmişti. Kapımın önü adamlarla doluydu, ana ne yapacaklarını bilmemek ise beni asıl korkutan şeydi.

Beni saçımdan son kez savurup yere ittirince dizlerimin üzerinde yere düştüm. Saçımdan çekilen elleriyle anında parmaklarım saç diplerimi bulmuş ve acısını almak ister gibi okşamaya başlamıştı.

"Vay be." Tam karşımdan gelen hırıltılı bir ses duymamla başımı kaldırdım. Daha bir saat önce uzandığım koltukta tek gözü bandajlı birisi bacak bacak üstüne atmış oturuyordu. "Ne kadar da itaatkar." Diye mırıldanıp gözlerimin tam içine dikmişti tek gözünü.

Beni baştan aşağı süzüp "Kang işini biliyor, hm?" Demişti ama bana sormadığı bariz belliydi. "Tüm yer altının konuştuğu kadar varmışsın Choi Beomgyu."

Ayağa kalkıp tam önümde durduğunda ifadesiz yüzümden gram taviz vermeden baktım gözüne. Yere çöküp boylarımızı eşitlemiş, "ne kadar da güzel gözlerin var." Deyip gülmüştü. Psikopat gibi gülümsemesi yavaş yavaş solmuş, parmakları yavaşça bandajlı gözünün üzerinde durmuştu. Mavi gözü ateşle harmanlanınca vücudumdan bir titreme geçti.

Kaşları çatılmış, kolundaki saate indirmişti tek gözünü. "Kang'ı beklemeyi çok isterdim ama ne yazık ki o kadar zamanımız yok."

"Şimdi söyle bana, kasanın şifresini biliyor musun?" Tam olarak neydi bu kasa? İçinde ne barındırıyordu ki Soobin'in, Yeonjun'un ve karşımdaki bu mavi gözlü adamın hatta tanımadığım onlarca kişinin istemesine sebep oluyordu? Para olmadığını anlamayacak kadar gerizekalı değildim. Para için bu kadar peşine düşmezleri bu kasanın. Soobin'den biliyordum, o kadar para içinde yüzerken başkasının kasasındaki paraya dikmezdi gözlerini.

Purgatory / taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin