1. Bölüm

48 10 37
                                    

"Tanrım, ne yapacağım ne yapacağım ben şimdi?" sesli düşüncelerimin yansıması olan titreyen tüm bedenim, korkudan resmi olarak durmuş olan beynim ve hem loş hem de artık boş olan odada yankılanan sesim bu işte artık yalnız olduğumun kanıtıydı. 

"todo solo" 

~

Bana sırıtan şeytanı başımdan savmaya çalışırken bir sigara yaktım. Ağzımdan dışarı yayılan dumanın vücuduma verdiği huzurla ayağa kalktım. İzmaritler küçük kara yağmur damlaları gibi kül tablasına düşüyordu. Bunu düşünmemle birlikte gök gürültüsünün sesi beni şaşırtmadı. Son bir kez daha dumanı içime çekerek zehrin vücudumla buluşmasına izin verdim. Sigarayı söndürüp balkondan oturma odasına geçtim.

"Üzgünüm, sanırım bu sefer baş etmekte zorlanıyorum." Bana endişeli gözlerle bakan arkadaşlarım ağzımdan çıkan ilk cümleyle biraz daha rahatlamış göründüler gözüme.

"Kim olsa zorlanır Em, kendine zaman tanı." dedi arkadaşım Valencia. Açık kahve rengi gözlerine baktığımda gördüğüm tek şey samimiyetti.

"sincero"

" O haklı zamana ve biraz kafa dağıtmaya ihtiyacın var." Sakin sesinin verdiği huzur bedenimin daha çok sigaraya ihtiyacı olduğunu bana hatırlatıyordu. İrademe sahip çıkmalıydım. Denge bozulmamalı, düzen şaşmamalıydı. Hep böyle olmuştu. 

"Sen çok güçlü birisin Ember. Hatta hayatımda gördüğüm en güçlü kadınsın. İçindeki yangını görüyorum ama kıvılcımlarına dikkat etmelisin tatlım."

"chispa"

Haklılardı ama bugün değil. Bugün bütün kederimi yaşamak istiyordum. Bugün olmazdı. Bugün olmamalı. Kötü bir gündü bugün ve hemen bitmesini istiyordum. Sigaram neredeydi benim?

3  sigara kuralı bugün için geçerli değildi. 

Bugün öldüğüm gündü. Yarın tekrar dirilirdim. Ama şimdi... 

~

Cenazede hiç ağlamadım. Ben ağlamazdım. Gözyaşlarım tükenmişti çünkü. Dimdik duruyordum. Hiç yıkılmamışım gibi. Hiç yıkılmazmışım gibi. Dün 1 paket sigara içmemişim gibi. Dün hiç ölmemişim gibi.

Kimse anlamadı. Siyah elbisemin altındaki paramparça ve tıpkı üstümdeki elbise gibi simsiyah olmuş kalbimi kimse anlamadı. Elimi sıktılar.

"Başın sağ olsun." dediler. Samimi bir gülümseme içimi ısıtırdı belki de. İçimdeki acıyı bir nebze olsun azaltırdı belki. Ama hayır. Bana böyle gülümseyen tek kişiyi toprağa vermiştim zaten. 

"İyi misin?" 

"Değilim." gelip sarıldılar. Belki de yalnız değilimdir diye düşündüm bir anlığına. 

Kendimi kandırmışım.

Eve döndüğümüzde arkadaşlarımın hareketleri bana biraz garip göründü. Sanki bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyormuş gibilerdi. Onlardan önce davrandım:

"Tamam, bu kadar yeter. Söyleyeceğiniz şeyi söyleyin artık." 

Gwen söze girmek istedi ancak mavi gözleri yere bakıyor, yeni boyadığı sarı saçları açık bıraktığım balkonun kapısından giren rüzgar sayesinde uçuşuyordu. İnce, küçük parmaklarıyla oynuyor ve söze nasıl gireceğini bilemiyor gibiydi. Neyi bu kadar abarttıklarını anlayamamıştım. İris'in çelik gibi karakteri ve içe kapanıklığı ne kadar belirgin olsa da net olmayı sevdiğini hepimiz biliyorduk. Gwen ve beni rahatlattı:

"Hepimiz Marcus'un ölümünün seni çok etkilediğini ve kafanı dağıtman gerektiğini düşünüyoruz." dedi. O zaman anladım. Nasıl böyle bir şey düşünebilirlerdi. Hayatımda beni anlayan tek kişide toprak olduktan sonra...

"tierra"

"Hemen kızma, buna ihtiyacın olduğunun sende fazlasıyla farkındasın Ember. İşte yaşadığın problemler, ailen ve Marcus'un ölümü... Bize güven bu mola senin de hoşuna gidecek."

Ve sonra hiçbir şey demeden tekrar zaten açık olan balkonun kapısından girdim ve soğuk havayı tenimde hissettim. Bir sigara yaktım. Günün ilk sigarası saat 15.12

Aklıma işte olanlar geldi. Bir kurumda halk ve ilişkilerde çalışıyordum. İlk başladığım zamanlarda her şey neredeyse mükemmeldi. Ancak benimle birlikte çalışan tıpkı benim gibi siyah saçları ve uzun boyuyla dikkat çeken Carlà adında bir kız vardı. Çok güler yüzlü ve tatlı davransa da çalıştığım kurumun müdürüne benim yıllar önce fahişelik yaptığımı ve sevgilimin de uyuşturucu kaçakçısı olduğunu ve benim de ona suç ortaklığı yaptığımı söylemişti. Sonuç olarak böyle bir şey olmadığını kanıtlamış olsam da işten çıkmak zorunda kaldım. Bu arada benimle birlikte Carlà da psikolojik sorunları sebebiyle işten çıkarıldı. ( Bana kalırsa falakaya yatırmaları daha iyi olurdu.)

Ailem... onlar hiçbir zaman destekleyici değillerdi zaten. Lisenin ilk senesinde evden ayrıldım ancak bağlantımızı koparmadık. İşten ayrıldıktan sonra başımın etini yemeye başladılar. Yani yaklaşık iki aydır işsizim, ailemle bağımız her zamankinden daha berbat bir halde ve hayatımda beni gerçekten umursayan kişi de... 

Sigarayı söndürdükten sonra derin bir nefes alıp içeri girdim. Bu sefer kapıyı kapattım. Aklım: "Gitmelisin, bunun üstesinden gelmene yardımcı olabilir." ; kalbimse "O bunu hak etmiyordu. En azından arkasından tatile gitmeni hak etmiyordu." diyordu. 

Ama sonra:

"O, senin bunu hak ettiğini biliyor Em. O da bunu isterdi." diyen Valencia'yı duyan kulaklarım dudaklarımı harekete geçirdi.

"Nereye gidiyoruz?"






MonaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin