2. Bölüm

24 8 18
                                    

Bavulumu hazırlarken gözümün önüne anılarım geldi. Anılarımız...

"Ember, Sence çocuğumuz olsa sana mı benzer bana mı?" diye sormuştu sevgilim. Şaşırtmıştı beni tabii. Ama bir yandan da alışıktım böyle laflarına.

"İlahi M, daha evlilik lafı bile geçmedi ne çocuğu?"

"Hmm..." diye düşündü bir süre. Sonra bir anda diz çöktü ve;

"Benimle evlenir misin Ember? Bu kısa hayatta arkamı ve çoraplarımı toplamaya devam etmek ister misin?"

Dilim tutuldu. Kal geldi. Dondum kaldım. O duruma uygun ne deyim varsa yaşadım o an.

"Evet..."

Keşke diyorum bazen bu tatile birlikte gitseydik. Yine beni kızdırsaydı, sinir etseydi. Keşke yanımda olsa başımı omzuna yaslasam. Keşke siyah saçlarıyla tekrar oynasam. Keşke yeşil gözlerine baksam, beyaz tenine dokunsam, pembe dudaklarını öpsem...

Bazen de iyi ki diyorum. İyi ki yıllarım onunla birlikte geçmiş. İyi ki onun gözlerine bakmış, tenine dokunmuş, dudaklarını öpmüştüm.

Kısa bir zaman yolculuğundan sonra kıyafetlerimi bavula koymaya devam ettim. Belki bu tatil iyi gelirdi. En azından bu acıyla baş etme gücü bulurdum.

Çünkü geçmeyecekti. Hiç bir acı gerçekten geçmez aslında. Hep içinizde, yüreğinizin derinliklerinde kalır. Zaman... Zaman en büyük ilaçtır ve en büyük zehir. O acı hep oradadır. Sadece alışırsınız. Çünkü zorundasınız. Bazen 'keşke' bazen 'iyi ki' dersiniz. Ama insanoğlu güçlüdür. Alışırsınız ve katlanırsınız.

Odaya Gwen'in girmesiyle düşüncelerim dağıldı.

"Bavulunu hazırlayabildin mi?"

"Az kaldı bir kaç parça bir şey daha koyduktan sonra bitecek."

"Pekala, ben diğerlerini aradım onlarla havaalanında buluşacağız."

"Tamam" dedim ve odadan çıktı. Arkadaşlarımın önerilerini kabul etmemle nereye gideceğimiz karar verildi, biletler alındı ve herkes bavulunu hazırlamak üzere eve dağıldı.

Gwen kendi işlerini hallettikten sonra benim evime geldi. Sanırım bir süre beni yalnız bırakmamaya çalışıyorlardı. Sanırım intihar etmemden korkuyorlardı. Ama yanılıyorlardı. Ben ölemezdim. Onun adına yaşamalıydım. Onun adına gülmeli, ağlamalıydım. Bu yüzden ölemezdim işte. Vazgeçemezdim bu hayattan. Tıkılıp kalmıştım burada.

~
Diğerleriyle havaalanında buluştuk. Gidiyorduk işte. Açıkçası ne kadar bu öneriyi kabul etsem de pek içime sinmiyordu. Beni huzursuz eden bir şeyler vardı. Hissediyordum ama adını koyamıyordum. Belki strestendi, belki Marcus'un ölümünden sonra 'kafa dağıtmaya' tatile gitmek içime sinmiyordu, belki de sadece kuruntuydu. Bende fazla düşünmemeye karar verip hissettiğim kötü hissin adını 'paranoya' koydum.

"paranoia"

~
Uçağa bindiğim anda tek düşündüğüm bunun bir hata olduğuydu. Ne işim vardı benim tatilde filan? Hemen pişman olmuştum. Ve artık iç sesim miydi konuşan yoksa vicdanım mı halen bilmiyorum ama keşke onu dinleseymişim.

Valencia aklımı okumuş gibi bakıyordu. "Daha uçak kalkmadı bile hemen ön yargılı olma. Memleketimi çok seveceğine eminim. Özellikle yemeklerine." demesiyle aklımı okuduğuna tamamen ikna olmuştum. Bir şey söylemedim. Düşüncelerimle baş başa kalmak istiyordum.

Etrafıma bakındım. Solumuzdaki sıradaki adamın Gwen'e baktığını gördüm Gwen farkında değildi. Yine bir şey söylemedim. Gözlem yapmayı ve çıkarımda bulunmayı severdim. Konuşmayı değil. İç sesim doğru karar verdiğimi söylüyordu.

Dikkatimi o adamdan çekip uçuş görevlisine yoğunlaştırdım. Oldukça hoş bir kadındı. Doğal sapsarı saçlarını ensesinde toplamıştı. Gözleri masmaviydi. Okyanus gibi. Dudakları kırmızıya boyalıydı oldukça koyu bir kırmızıydı. Uzun boylu olmasına rağmen topuklu giymişti ve daha uzun görünüyordu. Sahte bir gülümsemeyle insanlara yiyecek içecek dağıtıyordu.

"falso"

Size benim hakkımda bir bilgi daha: İnsanların sahte davranışlarını anlayabiliyorum. Sahte bakış, sahte gülümseme, sahte sözler...

"Bir şey ister misiniz hanımefendi?" diyen ses beni düşüncelerimden kopardı. Koridor kısmında ben oturuyordum. Orası neden bana düşmüştü bilmiyorum. Cam kenarını tercih ederdim. Her neyse...
"Hayır, teşekkür ederim." yakından baktıkça gözlerinin biraz sulu olduğunu fark ettim. Makyajını az önce tazelemiş olmalıydı. Neden ağladığını merak etmiştim.

Karışma. Karışma.Karışma.Karışma.
Karışma.Karışma.Karışma.Karışma.

Güzel kadın sahte bir gülümseme daha atıp arka sıradakilerle ilgilenmeye devam etti. Bende odağımı ondan ayırdım ve uyumaya karar verdim. Önümüzde uzun bir uçuş vardı.

~
"Ember, kalk iniyoruz." diyen İris'in sesi ile ayıldım. Gelmiştik. Tatilimiz başlıyordu.

Valencia'nın ailesi uzun zaman önce vefat etmişti. Valencia ailesinden kalan evi satmayı reddediyordu. Tatlı ve tam bir aile eviydi. Bahçeli ve iki katlıydı. Daha önce ziyarete gelmiştik birkaç kez. Sevimli bir yerde sevimli bir evdi. Ancak pek iyi anılar uyandırmıyordu.

Eve vardığımız anda Valencia kendini pofuduk gri koltuğa bıraktı.
"Uçuş oldukça uzun sürdü. Açlıktan ölüyorum çocuklar." dedi yorgun sesiyle.

Bende acıkmıştım ama o kadar şiddetli bir açlık değildi sanırım. Sadece uyumak istiyordum ki normalde yemekle aram iyidir. Sigara hayatıma girdiğinden beri iştahım oldukça azalmıştı.

Sigara demişken, sigaram neredeydi benim?

"Valencia, izninle ben yukarıda biraz dinlensem..."
"Keyfine bak güzelim. İyi dinlen ve yarına hazır ol." dedi muhteşem enerjisiyle V.

Önce bavulumu yukarı çıkardım ve içinden rahat kıyafetler seçtim. Onları üzerime geçirdim ve odayla bitişik balkona çıktım ve bir sigara yaktım günün ikinci sigarası 23.09 tabii ki İspanya saatiyle. Sonuçta İspanyadaydık. V'nin memleketinde...

MonaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin