Lacivert

55 7 0
                                    


Eve gidene kadar Hakan'ın ulaş hakkında olan sorularına cevap vermiştim. Evin önüne geldiğimizde derin bir nefes alıp yavaşça olacaklarını az buçuk tahmin edip bahçe kapısından girdim.

Evin giriş kapısını açıp beni beklemeden içeri giren Hakan'ın aksine kapının önünde biraz beklemiştim, daha doğrusu adımlarımı kilitleyip, bedenimi nedensizce germiştim, korkum yoktu, yani sanırım.

Nedense içimde garip bir his vardı, sanki adım attığım anda ruhumu çekilip alacaklar, bedenimi kara toprak bile zor gizleyecekmiş gibi...

Derince bir nefes alıp fazla durmamaya karar verdim ve ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim
Her adımda başımı daha da dik tutmaya çalıştım. Ne salona uğrayacaktım ne de başka bir yere, direkt odama -hakanın odasına - gidecektim.

İsmimin seslenilmesiyle durdum ve arkama baktım. Annem yanıma gelip sinirli ama korkak bakışlarıyla bakıyordu yüzüme

"Beyto nerdesin sen kaç saattir!?"

"Kafamı dinlemeye gittim"

"Beyefendiye bak sen, kafasını dinlemeye gitmiş de yok canını sıkmışız da hayırdır oğlum ne sanıyorsun kendini sen? Büyüklerine bir şey demeden nasıl çekip gidersin sen! Saygısız hadsiz seni" mutfağın kapısından atlayıp yüzüme doğru cırlayan Nazife yengeme tiksinerek bakıp anneme döndüm

"Görüyorsun di mi, nasıl davranıyorlar bana?
Hiç mi değerim yok, ne yaptım size ? Ne diye bana böyle davranmalarına izin veriyorsun, neden, bana bunu mu layık görüyorsun anne..." İstemsiz olarak bağırarak konuşmamın aksine sonlara doğru kısık sesle söylemiştim, daha doğrusu sesim elimde olmadan kısık çıkmıştı..

Bağırtılar yüzünden babam ve amcalarım da gelmişti

"Ne oluyor lan burda ne bu gürültü" babam bağırarak gelmişti salondan

"Ooo, beyto bey evin yolunu unutmamışsınız. Gerçi, hakan getirdi yoksa Allah bilir kimin altından toplayacaktık seni" sonlara doğru babamdan korktuğu için kısık söylemişti söylediklerini. Nazife yengemin kocasının da kendinden geri kalır bir yanı yoktu. Kendi ne ki eşi düzgün olsun.

Babam yüzüme sinirle bakıp yavaşça yaklaştı yanıma

"Ulan beni utandırmaktan bıkmadın mı sen, bıkmadın mı lan sen!" Elinin birini havaya vuracakmış gibi kaldırmıştı, anlık refleks ile kafamı yana çevirmiştim.

Yüzüme gelecek darbeyi beklerken önümde dikilen hakanla kafamı kaldırdım ve dolu gözlerimle şok olmuş şekilde baktım.
Babama asla karşı gelmez çok saygı duyardı ama şuan yaptığı -bence- babama karşı gelmekti bir nevi. Dolmuş gözlerimle anneme baktım onun da gözleri dolmuştu

Arkamı dönüp bağırtılara aldırmadan odaya doğru ilerledim ve kapıyı kapattım. Yatağa gidip oturdum, camdan dışarı izledim bir süre, elimle ağzımı kapatıp ağlamamı engellemeye çalıştım. Dolan gözlerimi hızlı hızlı kapatıp açtım ve burnumu çekip kendimi yatağa bıraktım.

Yaklaşık 10 dakika sonra kapının tıklatılmasıyla bedenimi doğrulttum

"Beyto, benim hakan. Gelebilir miyim lütfen?"

Biraz bekledim ve gittiğini düşünmeme rağmen yavaşça ayağa kalkıp kapıyı açtım. Kapının önüne oturmuş, elinde iki tane kahveyle bekleyen çocukla afallamıştım.

Bana bakıp anında ayağa kalktı ve yüzüme baktı uzunca muhtemelen yüzüm kızarmıştı. Bir adım gerileyip içeri geçmesine izin verdim, direkt yatağa oturup elindeki kahveleri masaya bıraktı ve bana döndü

"Biraz konuşmak istersin diye düşündüm ben" burukça gülümseyip konuşmuştu. Gerçekten bu kadar nefret dolu bir aileden beni sevebilen birisini bulmak, düşününce bile gözlerimin dolmasına sebep oluyordu.

Kapıyı kapatıp kilitledim ve yanına gidip onun aksine yere oturup sırtımı duvara yaslamıştım
Kahve kupasını bana uzatıp o da yatak başlığına yaslandı ve beni izledi.

"Şuan nasılsın"

"Bilmem, hiçbir şey hissedemiyorum ki..."

"Bèyto kendini üzme, biliyorsun Nazife yengemin ve amcamın her zamanki hali" kibar bir sesle konuşmuştu

Kafamı kaldırıp gözlerimi gözlerine diktim
"Biliyor musun bugün,daha 2 gündür tanıdığım birine oturup ailemizi anlattım. O kadar güzel dinledi ki beni, o kadar ilgili oldu ki bana, o kadar şaşırdı ki, kendisini  tutamayıp; kaderine şükür etti.

O şükürlerine ben lanetlerime devam ettim..

"Keşke dedim, keşke herkesi bırakıp gidebilsem. Ama olmuyordu, ölmek isterken bile insanları düşünüyordu zihnim..."

Hakan'ın saniyelik olarak gözlerinde bir korku parıltısı oluşmuştu ama hemen kafasını ve bakışlarını başka yere çevirmişti.

"Duruyorum düşünüyorum, ben mi sorunluyum yoksa onlar mı beni anlamıyor? Ben mi aptalım yoksa insanlar bu kadar çok mu gaddarlaştı diyorum. Ama o insanlar benim ailem diyorum, canımdan kanımdan olmalı değil mi? Soruyorum kendime ya, ben... Ben bu kadar mı iğrenç bir insanım hakan?" Güçsüz çıkan sesimle kendimi daha fazla tutamayıp tekrardan ağlamaya başlamıştım ama bu sefer sanki ağladıkça içimdeki dolmuş, birikmiş herşeyi zorla çıkarmaya çalışırcasına akıyordu gözyaşlarım.

Kafamı dizlerime gömüp kollarımı sardım bacaklarıma, gözlerimi sildim,ağlamam iç çekişlere dönsün diye bekledim, dönmedi.

Yataktan gıcırtı sesi geldiğinde çıkıp giden bir beden beklerken bedenimi saran kollarla karşılaşmıştım. Ağlamam sessizleşse de, gözyaşlarım artmıştı. Kafamı bedenimi saran kollara yaslayıp akmasına izin verdim gözyaşlarımın.

Gözlerimi kapatıp izin verdim beynimdeki seslere. Söz, bak dinleyeceğim bu sefer sizi.. susmayan seslere cevap bile veremiyordum sanki. Kendi zihnimde bile kontrol başkasındaydı..

İki farklı günde de hem ölümü,hem yaşamı tatmıştım sanki.
Cennetin kapısında beklerken, cehennemin düşüyle yanmıştı bedenim,küf kokan ruhların esintisiyle dolup çürümüştü ciğerlerim.

Zihimin bulanıklaştığını hissediyordum yine de kafamı zor bela kaldırdım. Beni saran kolların sahibine baktım, ellerini saçlarımda ve kollarımda gezdiriyordu. Uzun saçlarımda şefkatle gezen ellerin parmak boğumlarının sıcaklığına kadar hissediyordum.

Kafamı yavaşça arkaya ittirip omzuna düşmesine sebep oldu ve bu sefer alnıma düşen saç tutamlarıyla ilgilenmeye başladı.

"Yarın seni gezdireyim mi, hım?" Kısık sesle söylediği cümlesini anlamaya çalıştım ama o kadar uykuluydu ki zihnim, üçüncü dünya savaşı çıkmışcasına ağrıyordu.

"Ama, kelebek bekler beni..." Zor bela kurduğum cümlede ne söylediğime dair en ufak bir fikrim bile yoktu.

"Kelebek mi, Kim ki o?" Şaşırarak sormuştu.

"Mavi..." Sorduğu soruya zor bela tek bir kelimeyle cevap vermiştim ve gözlerime yenilip, uykunun esiri olmuştum.

Yarı uykulu bir şekilde ayağa kaldırılıp yatağa yatırıldığımı ve üzerimin örtülüp alnıma bastırılan narin dudakları hissetmiştim.

Kapının kapatılıp, sessizleşen odada yankılanan nefes seslerim eşliğinde zihnimde ki okyanusta yüzmeye çalışıyordum.

Mavinin tonlarına bakarken, lacivertinde takılı kalmıştım ben, beni cennete ulaştırdığını sandığım; mavi renkli kelebeğim...

BÈYTO-GAYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin