İstanbul kar altındaydı ve kış, uzun zaman sonra ilk kez böylesine çetin geçiyordu.
Bir gece yarısıydı. Onlar, insanların kendilerinden aldığı özgürlüğü geri kazanmak için yola koyulmuşlardı. Uzun zaman önce ettikleri intikam yemininin süresi dolmu...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
2. Bölüm
"Soğuğun Islığı"
❄
Ebediyete kadar uzanan bir yol var. Zamanın bile durduğu bu yer Araf. Ne yolun sonunu görebilirsin, ne de bu yoldan geri dönebilirsin. Bir arabanın içindeyim ve kader çarkı işliyor. Arabanın lastiklerinde dönüyor bu çark. Gecenin göğsüne doğan ay, yol boyunca beni takip ediyor. Lütfen diye fısıldıyorum. Tanrım lütfen, senin mucizene ihtiyacım var. Kurtar beni.
Sessizce dua ediyorum. Tüm bunlar benim seçimim değildi ama, bundan sonra olacaklar hikayenin devamını benim yazacağım anlamına geliyor. Yazılan kaderin altına imzamı siyah mürekkeple atıyorum son kez, Yolun sonunu görebilmek için ebediyetten vazgeçiyorum. Gitmek zorundayım, burada olmamam gerekiyor.
Kelimler, heceler ve harfler sıraya girerek ayak bileklerine halat yardımıyla büyük kayalar bağlıyorlar. Uçurumun başında durmuş son dualarını ederken, dalgaların kıyısına vurduğu kayalıklarda parçalandıklarını görüyorum. Her yer kan, deniz kan, kan kırmızı ve deniz kırmızıya boyanmış...
Rüzgar esiyor, sanki kendisini duyan kulaklara bir şey fısıldamak ister gibi. Ağaçların dalları, dalların yaprakları iniltiye benzer bir ses çıkarıyor. Yapraklar dökülüyor ve dallar, yağan karın üstlerini örtmesiyle soğuktan donarak son nefeslerini veriyorlar. Kalbim göğsümü deler gibi hızlı ve olduğu yeri terk eder gibi boğazımda atmaya başlamış. Ölümle burun buruna geldiğimi hissediyorum. Elbisenin etek uçlarını tek elimle avuçlamış ve sertçe sıkmışım. Sanki Azrail'in bu geceden daha soğuk nefesi ensemdeymiş gibi...
❆ ❆ ❆
Telefon kapandı ve şoför dikkatini tamamen yola odakladı. Tam zamanı kızım, yap şunu! diye fısıldadı birisi. Bu konuşan iç sesimdi. Fark ettirmemeye çalışarak elimi kapı koluna uzattım ve bir yandan da göz ucuyla şoförü izlemeye devam ettim. Şimdi nefesim bile tutulmuştu. Tam o esnada şoför de göz ucuyla bana baktı ve kapıyı açmak üzere olduğumu fark etmeyerek bakışlarını tekrar yola çevirdi. Zaten konuşmalarına şahit olduğumu da fark etmemişti. "Pislik..." diye mırıldandım duymayacağını bildiğim bir sesle.
Kalbim tüm vücudumda atıyordu. damarlarımda dolaşan kan değildi artık, adrenalindi. Ölüm ve yaşam arasında asılı duran ince bir ipin üzerindeydim ve ne ileri gidebiliyor, ne de geri dönebiliyordum. Dengede duramıyordum, düşmek üzereydim ve beni kurtaracak hiç kimse de yoktu.
Dolunay saklandığı bulutların arasından çıkıp, gece mavisi gökyüzünün tam ortasında parlamaya başlamıştı. Güneş çoktan gitmişti ve giderken, yerini karanlığa bırakmıştı. Karanlık acımasızdı, karanlık soğuktu, karanlık yalnız ve sessizdi.
Bu sessizliği bozan tek şey şoförün, karların üzerinde giden aracın lastiklerini acıyla inletmesi olmuştu. Bir an irkilsem de bunu ona hissettirmedim. Derin bir nefes verdim ve parmaklarımın arasında tuttuğum elbisenin eteğini yavaşça serbest bıraktım. Bunu yaparken bakışlarım şoförün, dikiz aynasından yansıyan görüntüsündeydi. Açıkta olan elimle kavradığım kapı kolunu fark ettirmeden açmayı denedim. Sonuç başarısızdı. Şoför kapıları kilitlemişti ve bana en ufak bir kaçma şansı bırakmamıştı. Muhtemelen bunu fark etmeyeceğimi düşünmüştü.