Esenlikler, efendiler!Paylaşıp, devam ettireceğim ilk kurgum olacak muhtemelen. Şans dileyin.
Ben bölüm girişlerine yazı yazmaktansa sona yazmayı tercih ediyorum. Bu yüzden bölüm başlarında kurgu dışı bir şey okumazsınız, merak etmeyiniz.
İyi okumalar, bölüm sonunda görüşürüz! <3
Medyaya eklediğim fragmanı izlemeyi de unutmayın.
TikTok: zeyoran
₊ 𓏲࣪ ˚.꒷✧˖ .
"Baba! Baba, bırakma beni!"
"Anka!"
Kulaklarımı dolduran tiz, korkunç çığlık sesleri; ciğerlerime işleyen ağır yanık kokusuyla uyandım yine bu sabah. Gözlerimi açtıktan sonra biraz hızlı bir şekilde doğrulduğumdan gözlerim kararmış, başım birkaç saniyeliğine şiddetlice dönmüştü.
Yaklaşık beş veya altı saniye sonra kendime gelebildiğimde yatağımın yanındaki küçük, kırmızı komidinin üzerindeki şişemi alıp kapağını hızlı bir şekilde açtım ve sanki günlerdir susuz bırakılmışım gibi bütün şişeyi kafama diktim.
Bir değil, iki değildi. Benzer kâbuslar tekrarlanıp duruyor, fakat uyandığımda hiçbir şey hatırlamıyordum. Birkaç çığlık sesi ve Anka. Sadece kâbus olduğunu biliyordum. Alışmıştım işte. Sorgulasam, anlamaya çalışsam bile fayda etmiyordu. Yanıt bulmak kaçmaktan çok daha zordu.
Şişeyi boşalttığımda kapıyı aralayıp içeri giren Kutay'a nefesimi toparlamaya çalışırken yakalanmıştım. Her zamanki gibi özenle yana taradığı siyah saçlarını eliyle düzeltti pencereye doğru adımlarken. Hayatımı ondan nefret edip, iğrenerek geçirdiğim için artık onu gördüğümde tepki bile veremiyordum. Yalnızca boş bakışlarla bakıyordum yüzüne. Tıpkı kalan diğer her şeye baktığım gibi.
"Günaydın, yorgun savaşçı." dedi ve perdemi açtı.
Aniden tüm odayı dolduran güneş ışıklarıyla birlikte gözlerimi kısıp, başımı tersi yöne çevirdim. Alışık olmadığımdan olsa gerek ışık, güneş ışığı oldum olası rahatsız etmişti beni.
Benim aksime oldukça mutlu görünen bu orta yaşlı, her zamanki kadar enerji dolu duran adam içeri hava gelmesi için pencereyi açtı ve pencerenin ardındaki parmaklıkların sıkılığını eliyle ileri-geri yaparak kontrol etti. Daha önce defalarca kez kaçma girişiminde bulunduğum için benim odamın camındaki parmaklıklar diğerlerine kıyasla çok daha sıkıydı. Hatta son kaçma girişimimde beni bir hafta boyunca kırmızı odada tutmuşlardı. Bir koca hafta. O günden sonra cesaretim kırılmış, pes etmiştim.
Kutay, yatağımın ucuna oturdu ve gülümsedi."Yine kâbus mu?"
Gözlerimi onun kahve gözlerine diktim ve başımı yukarı aşağı salladım. Evet, yine kâbus. Düşünceli görünmeye özen göstererek gözlerime baktı.
"Ne hakkındaydı?"
İfadesizliğimi koruyup kapıya çevirdim bakışlarımı. Beni aptal sanıyorlardı. Her biri beni sadece aptal küçük bir çocuk olarak görüyordu hâlâ. Fakat ben her şeyin farkındaydım.
Burada yolunda giden tek bir şey yoktu. Bu yetimhanenin kendisi başlı başına yanlıştı.
Gözlerinin içine baktım. Kesinlikle ve kesinlikle beni önemsediğinden sormuyordu. Derin, sert bir nefes alarak yataktan kalktım ve sırtımı ona döndüm.
"Fark eder mi?" diye sordum mavi-beyaz önlüğümü düzeltirken.
Soruyordu çünkü raporlarına yazması gerekiyordu. Soruyordu, çünkü ben sorguluyordum. Soruyordu, çünkü korkuyorlardı. Soruyordu, çünkü benim bilmediğim bir sebepten susturulmam gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CANAVAR: Duvarların Ardı
Science Fiction"...O dört duvar arasında yaşadığım süre boyunca kendimi hep kayıp sanırdım. Ama şimdi kaybolmanın nasıl bir his olduğunu çok daha iyi anlıyorum." Birinin bana yol göstermesi gerekiyordu. Birilerinin beni yönlendirmesi gerekiyordu. Ne yapmam nasıl h...