Bölüm 3

252 32 31
                                    

"Biliyor musun?"

"Hayır."

"Daha sormadım bile."

"İlgilenmiyorum."

Yine de anlatmaya başladı.

"Çin mitolojisinde kaderin kırmızı ipi adında bir inanış vardır. Bu inanışa göre, evlilik ve ay tanrısı, birbirinin kaderinde olan insanları sadece kendisinin gördüğü uzun kırmızı bir iple ayak bileklerinden birbirine bağlarmış. Japon mitolojisinde ise, bu ipliğin tanrı tarafından ruh eşlerinin serçe parmaklarına bağlanıldığına inanılır."

Kalemi sertçe masaya vurup çatık kaşlarımla ona döndüm. "Bunları bana neden anlatıyorsun?"

Omuz silkti. "Bilmen gerektiğini düşündüm."

"Anlattığın hikaye saçma sapan bir inanıştan başka bir şey değil. Kırmız iple bağlı olduğum kişi bok gibi biri olabilir ve ben bu saçmalığa körü körüne inanıp hayatımın cehennemden farksız olacağı bir yola adım atabilirim." Nefes nefese bitirdiğim cümlenin hemen ardından kaşlarını kaldırıp dudaklarını büzdü.

"Ya da karşına ben çıkabilirim."

Bıkkınlıkla omuzlarımı düşürdüm. "Bahsettiğim kişi sensin zaten."

"Pete," Üzgün çıkan sesiyle çatık olan kaşlarımı düzelttim. "Bok gibi olduğumu mu düşünüyorsun?"

Aman tanrım o birazdan ağlayabilirdi. "Bipolar olduğunu düşünüyorum. Daha birkaç hafta önce boğazımı sıkıp beni öldürmeye çalışıyordun. Bütün sınıfın önünde benimle dalga geçmenden bahsetmiyorum bile."

"Sebeplerim vardı." Benden başka her yerde oyalan gözleriyle ve kısık çıkan sesiyle mırıldandı.

"Hangi sebep bir insanın kalbini kırmaktan daha önemli olabilir ki?" Konuşmak istediği sırada havaya kaldırdığım elimle birlikte onu susturdum. "Biliyor musun?  Sebeplerin umurumda değil Vegas. Konuşmak zorunda değiliz. Sadece ödevimize odaklanalım."

Bir şey söylemedi. Bilgisayarından tarama sayfasını açıp ödevimiz olan konu başlağını yazıp araştırmaya başladı. Belki de kalbini kırıyordum ama elimde değildi, Tankhun'un söyledikleri aklımdan çıkmıyordu. Bana yanaşmasının altında o sinsi planlarından birisi olabilirdi. Üzüntüyle ona baktım. Gözlerinin önüne düşen birkaç saç tutamını üfleyerek uzaklaştırmaya çalışıyordu ama saçları da onun gibi inatçıydı. Bir anlığına onunla birlikte olsak nasıl görüneceğimizi hayal ettim. Yumuşacık ellerinin avuçlarımın arasında olmasını ve denize karşı oturduğumuz bir bankta başımı omzuna yasladığımı. Bütün istediğim buydu. Yanımda ki somut varlığı ve ufacıkta olsa beni sevmesi.

Sabah kapıyı açtığımda ona tezat olan ama yüzünü süsleyen kocaman gülümsemesiyle bana bakarken ondan nefret etmeyi bir anlığına bıraktım. Sanki o ve ben birlikteydik ve evime benimle vakit geçirmek için gelmiş gibiydi. Ne kadar masum hayaller değil mi? Bunları gerçekleştirebilirdik ama o hiç acımadan beni kırmayı tercih etmişti.

"Peki o sebeplerin şimdi yok mu?" Bakışlarımı ona sabitleyip, avuçlarıma batırdığım tırnaklarımın acısını görmezden gelerek fısıldadım. Nefeslerim hızlanmıştı ve kalbim daha önce hissetmediğim bir hızla atıyordu.

Başını kaldırıp hızla bana döndüğünde dağınık olan saçlarından birkaç tutamı daha gözlerinin önüne düştü. Yüzünde hiç görmediğim bir ifadeyle bana bakıyordu. "Var. Hâlâ var."

"Peki ne değişti?"

"Ben." Kaldırdığı elini yavaşça yanağıma yasladı. Başparmağıyla usulca okşarken oturduğu sandalyesini hareket ettirip bana biraz daha yaklaştı. "Kalbini kırdım." Yumuşacık dokunuşu daha önce var olduğunu bilmediğim hislerimi uyandırmıştı.

ATLANTIS || VegasPeteHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin