Çok eski bir efsaneye göre çok uzak diyarlardan gelen, Tanrı tarafından seçilmiş cadılar, yakılmamak için bir araya toplanırlar ve tüm kirli günahlarını temizlemek üzere bir kiliseye bırakırlar. Bu kilisenin paslanmaz çanları, çürümeyen tuğlaları ve rengi bile solmayan kocaman duvarları; Kore'nin keşfedilmeyen hazinesi olmuş. Yapılan büyüye göre türlü türlü varlıklar korurmuş bu kiliseyi. Ruha ve kana bıraktıkları günahlar kadar aç olan yaratıklar...
Böyle varlıklar var mıydı bilmiyorum ama bu kiliseye gerçekten sahiptik. Yepyeniydi ve hiç kimsenin şu ana kadar yenilemeye bile kalkamadığını söylüyorlardı. Ne derlerse gerçek olduğuna inanıyordum çünkü bunlar varolmaması kabul edilebilecek şeyler değillerdi. Gelenekler ve görenekleri sorgusuz sualsiz kabul etmeliyiz ki Tanrı bizi lanetinden sakınsın.
Senelerdir bu evde köleydim. Ailem Kuzey Kore'de kalmıştı, uzun senelerdir sınırlarda çok savaş oluyor ve ülke sınırları değişiyordu. Ben de buraya bi şekilde gelmiştim.
"Jeongguk..."
"Jeongguk, hadi bir torba kap. Çarşıya gideceğiz."
"Geliyorum efendim." hızla elimdekileri bırakıp yetiştim hanımefendiye.
Zengin bir köy olmasa da sınıra yakın olduğumuzdan hemen getirip satmışlar bizi buraya. Buradaki insanlarda bize acımamış, bakamayacakları insanları evlerine almışlardı. Hem de daha o kadar küçüktüm ki, buraya geldiğim günleri bile zar zor hatırlıyordum.
Çarşıda, Bayan Lee'nin hiç acele etmeden aldığı malzemeleri o kadar uzun süre taşımıştım ki, kurtulmak için dua ederken sesimi duyan Tanrı bugün çok başka şeyler şahit oldurmuştu bana.
Birden köyde küçük çaplı bir kıyamet kopmuştu. Başta ne olduğunu anlayamamıştım. Köyün meydanı adeta at yarışı gibiydi. İnsanların sesleriyle az çok bir şeyleri kestirdim. "Prens Kim Taehyung geliyor!". Meydana koşuşturan insanlar ilk defa prensi görmenin heyecanıyla önlerini bile görmüyorlardı. Birbirlerini, özellikle de beni eziyorlardı.
Kral olmasına az vakit olduğundan arada askerler yemek dağıtırdı ancak bugün kendisi gelmiş olmalıydı. İnsanlar sinirli biri olmasına rağmen onu severlerdi. Kraliyet ailesine her zaman saygı duyarlar ve çok severlerdi. Kore şu an yoğun bir biçimde sınırları değişen ve fazlaca savaş içerisine olan bir ülkeydi. O yüzden her zaman minnet duyuyorlardı. Ben de seviyordum. Sonuçta annem babam savaşta ölmüştü ve bana burada bir ev vermişlerdi. Her ne kadar ailemi onlar öldürse de.
Neyse kötü biri olsalardı Kralı ve oğlunu çok sevmezlerdi değil mi? Sert bi mizaçları olsa da halk onları Tanrıdan sonra görürdü.
Çok sert biri olduğunu söylerlerdi ama sevmekte saygılarından geliyor olsa gerek, çokça sevilirdi Kim Taehyung.
Önde ve arkada atlı askerler, ve çevreledikleri asil bir fayton.
Durdular, çok korkunç bir sessizlik hakimdi herkeste. Herkes donakalmış, ilk defa yüzlerini görecekleri prensi görmeyi bekliyorlardı. Meydanda rüzgar bile esmiyordu.
Faytonun içinden bizi izleyen bir prens görmeyi beklerken arkadan hızla bir atlı geldi. Küçük gözlü, yapılı, gerçekten de çok yakışıklı bir adamdı.Pahalı kıyafetleri, tertermiz yüzü ve elleriyle hepimize yukarıdan bakan o kibirli asil duruşu ile, 'ben sizin prensinizim' diye bağırıyordu, Kim Taehyung.
Hiçbir şey söylemeden küçük gözleri üzerimizde gezindirdi. Hala o kadar büyük bir sessizlik vardı ki, herkes dilini yutmuşa benziyordu. Ağzımız açık öylece krala bakarken bazıları bakışlarındaki ciddiyetten çekinip başlarını önlerine eğmişti. Beklenmedik ani girişinin şaşkınlığı bizi terkettikten sonra da dizlerimizin önünde saygıyla selamlamıştık onu.