5

660 88 69
                                    

"Senin yüzünden kaybettik ahmak!"

Sözünden sonra yerdeki elmayı alıp belimi okşadım, bizim takım kaybetmişti yani onlar da kaybetmişe benziyordu. Elmadan bir ısırık alıp gözlerimi yere aldım, ben suçlu değildim ama güçsüz olduğum için suçlu ilan edilmiştim. Ya da sadece sinirini benden çıkartıyordu.

Belime gelen bir darbe daha acımı bastırmıştı, yaraya tuz basmak gibi. Belimi ovup ayağa kalktım ve arkama bakmadan yürümeye başladım ama onun daha siniri çıkmamıştı, kapşonlumdan tutup beni kendine çekmişti, tekrar aynı yere vurmuştu bu hamle ile yere çömelip belimi sıkıca kollarım ile sardım ve ağacın altına doğru bacaklarımla kendimi sürükledim.

"Ağlayacak mısın bide?" Sözünden sonra bacaklarımı kendime çekip kafamı dizlerime gömdüm, belimin acısı nefes almama etki ediyordu. Birşey demeden gittiklerinde kendimi daha da aşağılanmış hissettim. Ayağa kalkıp su alınan yere doğru ilerledim, Hyunjin'in takımını görmem ile tam geri dönecekken Hyunjin bana seslenmişti.

"Felix?" Olduğum yerde durup arkamı döndüm ve herkesi kısaca süzdüm, başımla bir selam verip hızlıca oradan uzaklaştım. Bana hepsi birden zorbalık yapabilirdi işte o zaman orada kesinlikle ölürdüm. Son günlerde Hyunjin'e de güvenmiyordum, başından beri neden benimle arkadaş olduğunu sorgulayıp durdum, amacı sadece diğer insanların gözünde merhametli izlenimi bırakmaktı, bir soylu olduğu için ailesi böyle şeylere önem veriyordu, başka neden benimle takılsın ki?

Bir banka oturup derin bir iç çektim, kimse Jisung'un karşısında kazanamaz ki, gerçi Chris, Hyunjin ve Minho hariç. Kendi takımından da birini sayarsak Changbin. Changbin gücü ile Jisung'un bitkisini koparabilir, Hyunjin yakabilir. Chris ise zaten başta dokunduğu için hamlelerinden kaçabilir.

Arkama yaslanıp diğerlerini süzdüm, herkes Changbin ile Hyunjin'in savaşını konuşuyordu, ilgi çekiciydi çünkü. Benim konuşcak bir arkadaşım olsaydı bende konuşurdum. Ayağa kalkıp etrafa bakındım, ne yapabilirdim ki? Keşke Hyunjin beni yanına çağırdığında gitseydim, beni sevmiyo olabilirler belki, sadece konuşacak biri olurdu. Etrafa bakınıp benim gibi yalnız olan birini aradım, yoktu. Herkesin yanında bir arkadaşı vardı.

Sıkıldığımı hissettiğimde ayağa kalkıp ormanın içine doğru ilerledim, bir dere gördüğümde oraya yaklaşıp derenin kenarına oturdum ve kendi yansımama baktım, gördüğüm görüntü ile kendimi hızlıca geriye atıp gördüğüm şeyi sindirmeye çalıştım, koyu kahverengi saçlarım bu derenin yansımasında sap sarı görünüyordu. Tekrar dereye baktığımda aynı görüntü ile karşılaştım, bu beni mutlu etmişti. Kısa süre daha saçlarımı süzdükten sonra oradan kalkıp ormanın derinliklerine doğru yürümeye başladım, en sonunda karşıma boşlukta olan, diğer ağaçlara kıyasla büyük bir ağaç çıktı. O ağaca doğru yaklaşıp bir taş aldım ve üstüne "F" harfini kazıdım. Bu benim işaretimdi, daha önce hiç bir öğrencinin ormanın derinliklerine gidecek kadar cesaretli olacağını düşünmezdim, ben hariç. Ölümden korkum yok. Taşın parmağımı çizmesi ile yere damlayan kırmızı sıvıya baktım, parmağımı ağzıma alıp kanı emdim ve kırmızı sıvıya baktım, gittikçe ağacın köklerine siniyordu.

Daha fazla burada durmak istemeyip ayağa kalktım ve ormanın daha da derinlerine gittim, karşıma çiçeklerle dolu bir arazi çıkmıştı, kenarlardan geçip orayı da geride bıraktım. Şimdi ise sadece ağaç vardı, ne kadar gidersem gideyim sadece ağaç. Geri dönüp o geçtiğim yerleri teker teker geçtim, büyük ağacın olduğu yere geldiğimde ise durdum, büyük ağaç yerinde yoktu, sadece kökleri görünüyordu. Bu paronayak olaylar beni korkutmaya başlarken adımlarımı hızlandırdım, arkamdan gelen ses ile arkama dönüp düşen ağacı gördüm, ya biri benimle dalga geçiyordu ya da gerçekten paronayak olmuştum. Adımlarımı iyice hızlandırıp koşmaya başladım, tüm ağaçlar yıkılıp beni ezmeye çalışıyordu, doğa bile benden nefret ederken insanlar nası sevsin ki?

Ormandan çıkıp arenaya geldiğimde arkama baktım, tüm ağaçlar yerli yerindeydi. Sanki hiç birşey olmamış gibiydi. Etrafa bakındığımda herkesin normal bir şekilde konuşmaya devam ettiğini gördüm, saçlarımı düzeltip etrafa baktım, gerçekten kimse hiç ses duymamış mıydı onca ağaç yıkılmasından sonra? Önüme gelen tutamı da çekip eski oturduğum banka tekrar oturdum. Ellerim ile oynamaya başlamıştım işsizlikten.

"Selam!" Kafamı kaldırıp pembe saçlı o çocuğa baktım, bir erkek olmasına rağmen çok güzeldi. Yanıma oturup elini uzatmış gülümsemişti.

"Ben Yeonjun!" Boğazımı temizleyip çocuğa yanıt verdim ve elini sıktım.

"Felix ben." Yeonjun adındaki çocuk ayağa kalkmış hafif eğilip tekrar konuşmuştu.

"Doğruluk mu cesaretlik mi oynuyoduk da gidiyorum ben şimdi." Çocuk kıkırdıya kıkırdıya arkadaşlarının yanına gittiğinde o uzun çocukları süzdüm, hepsi mükemmeldi ama beni aşağalamıştılar. Üzülmüştüm.

Önüme dönüp etrafa bakındım, bu olay şuanda önemli değil, önemli olan şey doğanın bana açtığı savaş. Üstüme yıkılan ağaçlar ve kimsenin bu gürültüyü duymaması ya da düşen ağaçların şuan sapa sağlam olması. Evren gerçekten benimle dalga geçiyor olmalı. Arkama dönüp o sakin ormana baktım, herşey yerli yerindeydi. Tekrar önüme döndüğümde Seungmin ile konuşan Chris'i gördüm ve pişman olucağımı bile bile onun yanına gidip kafamı eğdim ve parmaklarım ile oynamaya başladım.

"Bu kim?" Seungmin'in sinirli sesi beni ürkürtürken derin bir nefes alıp Chris'e baktım ve ormanı parmağım ile işaret ettim.

"Ağaçlar.. ağaçlar ormana saldırıyor." Stresten aklımdaki kelimeler birbirlerine girerken titreyen seslerime engel olmak için yutkundum.

"Ha?" Seungmin bana anlamsız gözler ile bakarken Chris beni anlamış gibiydi, ormana bakıyordu.

"Nasıl yani?" Ormanı işaret eden elimi indirip yutkundum.

"Büyük ağaç, o kaybolunca diğer ağaçlar sinirlendi... ormana savaş açtılar." Ben kendi sözümü anlayamazken Chris beni anlamış olacak ki şaşkınca bakıyordu.

"Bunu bir kitapta okumuştum, bana neresi olduğunu göster." Başımı onaylar şekilde sallayıp ormana doğru yürümeye başladım, Seungmin'de bizle geliyordu. Geldiğimizde durup o boş araziye baktım, kökleri hala duruyordu ama ağaç yok olmuştu.

"Bak!" Chris şaşkınca ağaca bakıyordu, ağacın yanına gidip eğilmiş etrafına bakmıştı.

"Bu ağaç kutsal bir simgeydi, nasıl bir anda yok oldu?" Bilmiyorum anlamında omuz dürttüm ve yanına doğru ilerledim.

"Birden mi yok oldu?" Seungmin'in sözüne kafamı olumsuz anlamda salladım ve eğdim.

"Ben ileri gittim, çiçek tarlasına orada birşey yoktu sonra geri döndüm ve ağaç yoktu..."

"Ağaçlar yıkıldı sonra değil mi?" Chris sözümü tamamlamıştı, sanki buradaymış gibi. Kafamı olumlu anlamda sallayıp tekrar yutkundum.

"Bu kıyametin yaklaştığının göstergesi.."

Kill Bill /Hyunlix/Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin