💩10💩

13 3 10
                                    

Sangwoo koşarak sikiyle caminin kapısını açıp içeri daldı. Müezzini içeri yatırmışlardı. Karnının ortasında bir boşluk vardı. Etraftaki diğer insanlar fısıldayarak onun minareye şiş kebap gibi geçirilmiş halde bulunduğunu söylüyordu. Sangwoo'nun kulakları uğuldamaya başlamıştı, sinirle yerde yatan müezzine bakarak çığlık attı:

"Kim yaptı bunu müezzinime?!"

Sangwoo'nun gerçek sinirini kimsenin geçiremeyeceğini sadık cemaati çok iyi biliyordu. O yüzden onu odasına kapattılar. Aralarında çok sağlıklı bir imam cemaat ilişkisi vardı. Ama böyle şeylere alışık olmayan Ziya mal gibi peşinden gitmeye çalıştı. Cemaat onu kenara çekti. Sangwoo'yla konuşması gerekenler varsa yarın cenaze namazından sonra konuşmalıydı. Ziya yerde yatan adama son bir kez daha bakıp sakince camiden çıktı.

Ertesi gün tekrar geldiğinde Sangwoo'yu cenaze namazı kıldırırken gördü. Ancak bir şeyler eksikti. Kırmızı takım elbise giymiyordu, eski kıyafetlerine dönmüştü. AH...! NEREYE GİTMİŞTİ O SİYAH GÖMLEĞİN DIŞINDAKİ KIRMIZI CEKET?! Cenaze tabutundan biraz uzakta ölü bir karga vardı. Ziya çocukken annesinden dinlediği bir masalı hatırladı.

"Bir varmış bir yokmuş. İmamlar kırmızı takım elbise giymeye başlamış. Ama ne zaman kırmızı takım elbiselerini çıkarsalar bir karga üzüntüden ölürmüş. Bu gadar."

"Bu nasıl masal lan?" diye düşündü Ziya cemaat biten namazdan sonra mezarlığa doğru giderken. 2 saat sonra Sangwoo geri gelmişti. Bir an Ziya'ya baktı, sonra hiçbir şey demeden camideki odasına gitti. Ziya etrafında cemaatten kalanlara baktı. Başlarını hafifçe sallayarak içeri gitmesini işaret ettiler. Ziya kapıyı tıklattıktan sonra koltukta oturup boş boş yere bakan Sangwoo'nun yanına girdi ve usulca yanına oturdu.

Onu teselli edebilmek istiyordu, her şeyiyle sevdiği insanı üzgün görmeye dayanamıyordu. Ama ne diyebileceğine dair hiçbir fikri yoktu. Elini kaldırıp yavaşça sırtına doğru götürürken Sangwoo'nun aniden konuşmasıyla durup gözlerine baktı.

"Maskenin... çalındığı günü hatırlıyor musun?"

"He."

"O gün gökyüzünde görünen silüeti hatırlıyor musun peki?"

"Sangwoo... Şu an kendini bu konu için-"

"Hatırlıyor musun?"

"Sanırım hatırlıyorum."

Yumruklarını sıkıp Anewliz'i kullanmaya çalıştı, alnında sarı bir yarrak belirmişti. Gözlerinin önüne sakallı ve kavuklu bir adam geldi. Onun kim olduğundan emin değildi ama Soklava halasıyla bir bağlantısı olduğunu hissetmişti.

"O silüetin... büyük büyük halamla bir bağlantısı var..."

"Soklava halan hakkında neler biliyorsun?"

"Anewliz kullanıcısıydı... Ve adı da tam olarak Soklava değildi. Bana onunla ilgili gerçekleri Anewliz'i tam olarak uyandırdığımda anlayacağımı söylemişlerdi, şimdilik sadece bunları biliyorum."

"Anlatmamı ister misin?"

"Olur."

"Senin Soklava halan aslında Sokollu Mehmet Paşa'ydı, sadrazamlığa yükselmeden önce bir rakibi vardı. Rakibi Osmanlı'nın düşmanlarından biriyle anlaşmıştı ve eğer sadrazam olabilirse onu da Kaptan-ı Derya yapacaktı. Ancak en sonunda Sokollu Mehmet Paşa sadrazam olunca o her şeyini kaybetti. O kişi hakkındaki tasvirler ve bazı tablolar tıpkı o silüete benziyor. Adı Niloya'ydı."

"Ananı sikeyim... Özür dilerim sevdiğim adama böyle dememeliydim..."

"Her neyse, saat geç oldu. Burada kalabilirsin istersen?"

Ziya o anda boynunda hafif bir yanma hissetti.

"H-Hayır, evde işlerim var."

"Peki."

Ziya odadan çıkıp evine gitti. Sangwoo yatağına uzanıp tavanı seyrediyordu. Aklında saçma sapan düşünceler vardı.

"Lan peçeteden takke yapıp anahtarlığıma giydirebilir miyim acaba? Kağıttan da olur. Kırmızıya da boyarım hem."

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 02, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Cami Halında Yatır Beni, Çatır Çutur Sik Beni (Ziya Selçuk x Sangwoo AU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin