jeongguk yorgun bir şekilde iç çekti. kollarını hoseok hyungunun beline dolarken başını da göğsüne yasladı. "hyung..."
"hm?" hoseok hiç garipsemeden onun saçlarını okşarken ilgiyle göğsünde yatan çocuğa bakıyordu. jeongguk arada böyle pili bitmiş gibi kendini kolları arasına atar ve sevilmek isterdi. "ne oldu bebeğim?"
"kendimi hissetmiyorum hyung." dedi jeongguk. dakikalar önce kapatılan müzik ile birlikte odanın her köşesine yorgunlukla yığılan grup arkadaşlarının nefes sesleri ve sızlanmalarını duyuyordu. "bunun sonu yok mu?"
"çok mu yorduk seni?" dedi hoseok, jeongguk'un sözlerini yanlış anlayarak. "derslerin ile birlikte çok ağır geliyor değil mi?"
jeongguk cevap vermedi. başını kaydırarak yüzünü sakladı ve titrek bir nefes aldı. göğsü sıkışıyordu, midesi bulanıyordu. jimin'den uzak durmaya karar verişinin üzerinden bir hafta geçmişti ve jimin ne kadar onun bu kararına saygı duyarak kendisine yaklaşmasa da her zaman jeongguk'un onu göreceği yerlerde oluyordu. kendisini unutmasına izin vermeyecekti anlaşılan. gerçi bunu yapmasa bile jeongguk onu unutamazdı. sadece artık onun mutlu olmasını, bir ilişkiye başlamasını ve kendi dertleriyle uğraşmasını istiyordu. neden jimin bunu anlamıyordu ki bir türlü?
"gguk?"
"hm?"
"ağlıyor musun sen?"
"hayır." sesi kendisini ele vermişti, yine de inkar etmeye devam etti. "ağlamıyorum."
"o zaman tişörtüme tükürüyorsun?" dedi hoseok gergin bir şekilde gülerek. jeongguk'un çenesini tutup başını kaldırmasını sağladı. bunu iki kere yapmak zorunda kalmıştı çünkü jeongguk ilkinde yüzünü kaçırmıştı. "bak bakayım bana," dedi hoseok. "ne oldu sana?"
"bir şey olduğu yok hyung." jeongguk en sonunda ondan kollarını ayırdı ve sırtını duvara yasladı. elinin tersiyle yanaklarından akan yaşları sildi, çabucak toparlandı. gözleri, yanakları ve burnunun ucu kızarmıştı ama bunun bir önemi yoktu. kısa bir an sinir boşalması yaşamıştı sadece. sabah kıyafet dolabının içinde hâlâ dumanı tüten bir kahve bulmuştu, dolabının şifresini ve kahveyi nasıl içtiğini bilen tek insan jimin'di. bu gün içinde onu zayıflatan ilk şeydi.
ikincisi ise...
pratik yapmaya başlamalarının üzerinden bir saat geçmişti ki taehyung gelmişti. gruptan biri onun sınıf arkadaşıydı, bir projeyi birlikte yapacakları için buluşma saatini kararlaştırmak için geldiğini konuşmalarından anlamıştı. ne kadar dinlemek istemiyor olsa da buna engel olamamıştı. sadece odaya girdiği an birkaç saniyeliğine göz göze gelmişlerdi, sonra jeongguk önüne dönmüş ve o gidene dek bir daha da bakmamıştı. ama onun baktığını biliyordu, aynadaki yansımadan fark etmişti.
jeongguk anlamıyordu. taehyung'un istediği gibi ondan uzak duruyor, ona kendinden hiçbir şey vermiyordu ancak buna rağmen gözlerini bir şekilde üzerinde hissediyordu. jimin ise lafta kendisine saygı duyuyordu çünkü gölgesini jeongguk'un gölgesine karıştırmaktan çekinmiyordu. bu onu yoruyordu.
"konuşmak istersen seni dinleyeceğimi biliyorsun." hoseok omzuyla onu dürttü. "ama istemiyorsan da bugün erken çıkabilirsin. iyi görünmüyorsun."
"gerçekten mi?" dedi jeongguk. hoseok katı kuralları olan bir liderdi, yıl sonu gösterileri için şimdiden çok sıkı çalışıyordu ve her ne olursa olsun pratik odasının kapısından içeriye girdikleri zaman dertlerini dışarda bırakmaları gerektiğini söylerdi. şimdi ona izin veriyor olması jeongguk'u şaşırtmıştı. o kadar mı kötü görünüyordu?
"hm. evet." dedi hoseok ve onun saçlarını karıştırdı. "diğerlerine söyleme ama altın çocuk olarak bu gruptaki varlığın diğerlerinden daha önemli, unutma, sen bizim merkezimiz olacaksın. bu yüzden kendine iyi bakman gerekiyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
3rOKen | taemingguk
Fanfictionkarmaşık ilişkileri vardı, yine de kalpleri (kırıklarıyla birlikte) birbirlerini sevdiler.